Mehmet Ömür

 

“Cep telefonu kameranızı kullanın, eğlenin; fotoğrafçılığınızı geliştirin, çektiklerinizi Instagram ve Facebook’ta paylaşın.”

Akıllı telefonlar küçük boyutları, her an yanımızda bulunmaları ve sensör kaliteleriyle fotoğraf dünyasında oyunun kurallarını değiştirdi. Süratli ve basit çalışıyor, güzel fotoğraflar çekiyor, uygulamalar aracılığıyla fotoğrafları başka boyutlara taşıyabiliyor, Facebook, Flickr, Instagram ve Tumblr gibi sosyal ağların aracılığıyla yüz binlere ulaşma imkânı sağlıyorlar.

Bu kitap, cep telefonu kameranızı daha verimli kullanmanıza ve onunla yaşamınızın en güzel fotoğraflarını çekmenize yardımcı olmayı amaçlıyor. Daha ileri gitmek isteyenler olursa, onlara da uygulamalar aracılığıyla “mobil sanat”ın kapılarını aralıyor.

Yazar, iPhone kamerasını temel almış olsa da ele aldığı özelliklerin çoğu tüm cep telefonlarında ortaktır. Bu yüzden, iPhone telefonu olmayanlar da bu kitaptan rahatlıkla faydalanabilir.

Mayıs 68 Başkaldırısı ve Ünlü Fotoğrafçıları

200 yüzyıl önce özgürlük, kardeşlik ve eşitlik için kanlı bir devrim yapmış olan Fransızlar bugünkü medeniyetlerine ulaşabilmek için daha bir çok kez devrim ve anti devrimler yaşayacaktı. Bu nedenle Fransa başkaldırı geleneği olan bir ülkedir. Genelde herkese herşeye itiraz eder. Ama anarşi çıkmaz.

Başkaldırılar genelde başarısızlıkla ve daha çok başkaldıranların ölümleriyle sonuçlanır. Fransadaki son başkaldırı 1968 yılında olmuştur. 7 kişi ölmüştür. De Gaulle meclisi dağıtmış yenilenen seçimlerde tekrar başa gelmiştir, ancak 1 yıl sonra yapacağı referandumun ertesi günü istifa etmek zorunda kalmıştır. Bu başkaldırı sonuçta ülkeye yeni haklar ve özgürlükler kazandırmıştır.

Burada biat geleneğinin yaygın olduğu ülkemizin “Fotoğraf Dergisine” siyasi bir makale yazacağımı sanmayın. Sadece Mayıs ayında olmamız nedeniyle Fransızlar için çok önemli bu başkaldırı olayının fotoğraflanmasından  ve foto muhabirlik mesleğinden bahsetmek istiyorum. Bu nedenle açılan sergilere de değinmek istiyorum.

Mayıs 68 in baş fotoğrafçısı eğer Gilles Caron ise en önemli diğer fotoğrafçısı “Büyük Türk” dedikleri ünlü SİPA press ajansının kurucusu Gökşin Sipahioğlu’dur. 4 Mayıs da Sipahioğlunun sağ kolu Ferit Düzyol tarafından 2 değişik galeride Sipahioğlu’nun Mayıs 68 fotoğraflarından oluşan  sergiler açıldı. Bir tanesi Galerie Basit Embiricos diğeri de hemen yanındaki Photo 12 Galerie de. İkisi de görülesi sergiler.

Gerçek foto muhabirliğin ne anlama geldiğini anlama açısından da mutlaka gezilmesi gereken sergiler. Paris’e yolu düşenlere şiddetle önerilir.

Aşağıda Gökşin Sipahioğlu’nun ölümünün 5. yılı için yapılan sergi ve kendisinin yaşamı ile ilgili bir yazının bağlantısını bulabilirsiniz. 2017 başındaki Paristeki Fotoğraf müzesi Jeu de Paume’daki unutulmaz “Başkaldırı” sergisinin bağlantısı da onu takip ediyor (2). Susan Meislas’ın başkaldırı fotoğraflarını ise bundan önceki “Fotoğraf Dergisi”nde görmüştük.

Bu yazıda  Hotel de Ville’deki Gilles Caron sergisine  ve fotoğrafçının yaşamına yer vereceğiz.

Mayıs 68 i fotoğraflayan sadece bu iki fotoğrafçı olmadığını, Bruno Barbey, Henri Cartier Bresson, Marc Riboud, Jean Pierre Rey, Jack Burlot ve Claude Dityvon’un da bu önemli olay ile ilgili önemli ikon fotoğraflar bıraktıklarını da bilmekte yarar var. Bu fotoğraflardan örnekler verelim, izleyelim. Foto muhabirlerin yaşamlarını riske atarak bize bu olayları nasıl göstermeye ve yaşatmaya çalıştıklarını düşünelim.

OLAYI SABİTLEMEK

Tarihi olaylarda bazı fotoğraflar vardır ki olay bu ikon fotoğrafla anımsanır. Heryerde kullanılan bu fotoğraf, fotoğrafçısının adını da tarihe yazar. Fotoğrafçının ait olduğu ajansı da, bu fotoğrafı basan gazete veya dergi de  aynı şekilde değer kazanır. Ancak başrolde fotoğrafçısı kalır.

Başlangıçta illüstrasyon görevi olan fotoğraf daha sonra içine haber içeren bir belge haline dönmüştür.  O yıllarda Magnum’un ciddi rakipleri Gamma, Sygma, Apis ve Sipa press Paris’te bulunmakta ve fotoğrafın keşfedildiği bu şehri foto muhabirliğinin başkenti yapmaktadır. Mediada kalıcı bir fotoğrafın okuyucuya kadar olan yolculuğu sanıldığından daha uzundur. Fotoğrafın seçimine katkıda bulunan yazı işleri müdürü, sanat direktörü, fotoğraf editörü, arşiv görevlisinin rolleri de unutulmamalıdır. Tüm bu işlemlerden sonra ikon fotoğraf yıllar içinde  tarihçinin malzemesi olur.

Analog dönemde olayın sabitlenmesi şu aşamalardan geçmektedir. Dijital dünyada olayı bilmeyenler için küçük bir hatırlatma yapmakta yarar var. 35mm bir analog makineden çıkma  (bu genellikle Nikondur) bir 36 lık film ajansa gelir. Bu filme numara verilir ve  kayıtları yapılır. Fotoğrafçının isim soyadının baş harfleri, fotoğrafları çekilmiş olayın adı, ve çekim tarihleri kaydedilir. Ayrıca arşivde kolay bulunabilmesi için tematik olarak anahtar kelimeler verilir. Gamma ajansın kayıt defterinde anahtar kelime olarak “olay”, “öğrenci”, “işgal” ve “fabrika” kelimeleri ağır basmaktadır. Film banyoya gider. Siyah beyazlara kontak baskı yapılır, diyapozitifler ince koruyucular içine yerleştirilir. Kontakt baskıların arkalarına da gerekli bilgiler aktarılır.

Editoryal kurulunun kararına göre seçilmiş siyah beyazlardan birkaç tane basılır. Renklilerin kopyaları çıkartılır. Seçilen fotoğraflar zamanında piyasa sürülmeli ve uygun basın yayın organlarına pazarlanmalıdır. Aynı sahne birçok fotoğrafçı tarafından çekilmiş olabilir.

Mayıs 68 de Paris Match’a kapak olmuş bir fotoğraf 30 yıl sonra 1998 de Liberation dergisine kapak olabilmektedir.

3 hafta süren Mayıs 68 olaylarının yoğunluk kazandığı günler vardır. 6 Mayıs, 10-11 mayıs (Barikatlar gecesi olarak adlandırılır) ve  24 mayıs gecesi en anlamlı fotoğrafları geldiği günlerdir.

Fotoğraflar tüm dergilere kapak olur. Üzerinde çalışılan esas araçlar kontakt baskılardır. Fotoğraflar gece ajansa gelir. Gece banyo edilir ve basılır. Saat 6 da baskı bitmiş olmalıdır. Fotoğraflar seçilir ve saat 08:45 de satıcı onları gazetelere götürmüş olmalıdır. Satıcı yayın kurullarına fotoğrafları sunar. Satıcı gazetelerin tarzlarını bildiğinden hangi yayın kuruluna hangi fotoğrafları sunacağını çok iyi bilir ve uygun bir jargon ile fotoğrafları satar. Satıcının rolü çok önemlidir. Gilles Caron’un kontakt baskıda bir fotoğrafını fark eder, ertesi gün Paris Match dergisine gittiğinde bu fotoğrafı almamış olduklarını anlamakta güçlük çektiğini söyler. Paris Match fotoğrafı satın alır. Bu fotoğrafın önü açılmış ve fotoğraf tarihinde yerini almış olur. Yoksa bu fotoğraf  yok olup gitmeye mahkumdur.

Şimdi gelelim Mayıs 68’in ünlü fotoğrafçısı Gilles Caron ve sergisine.

Gilles Caron 1939 da Paris de doğar, anne baba ayrılığı nedeniyle yaşamının ilk 7 yılını dedesinin yanında geçirir. Ata binmeyi öğrenir, kupalar kazanır. Gazetecilik okulunun ilk senesini okur. 1958 yılı yazında Yugoslavya, Türkiye ve Hindistana gider. Ertesi yıl sivil paraşüt brövesini alır. 28 aylık askerliğinin 24 ayını Cezayirde savaşta geçirir. Savaşmak istemediğini beyan ettiği için askerde 2 ay hapis yatar. 1962 de askerlikle ilişkisi yaşam boyu silah taşımama koşulu ile biter. elenir bir kız çocuğu olur. 5 yıl yoğun fotoğrafçılık hayatı başlar. Reklam ve moda fotoğrafçısı Patrice Molinard’ın yanında staj yapar. APIS fotoğraf ajansına girer. Raymond Depardon ile tanışır. Alain Renais’nin “Savaş bitti” filminde çalışır. 1966 da Raymond Depardon ile GAMMA ajansını kurar. 1967 de “6 gün” savaşını fotoğraflamak üzere İsraile gider. Ariel Sharon ile Süez kanalına girer. Gönderdiği fotoğrafların Paris Match da yayınlamasıyla beraber Gamma ajansı dünyanın 1 numaralı ajansı haline gelir. Vietnam savaşını görüntülemeye gider. En şiddetli çatışmaların yaşandığı Dek To’ya iner. Döner François Truffaud’nun “Baisers Volés” Çalınan Buseler filmini çeker.

68 nisanında Biafra iç savaşını çekmeye gider. Sunday Times’ı temsil eden rakibi ünlü savaş fotoğrafçısı Don McCullin ile dost olur.

Mayıs 68 olaylarını günü gününe fotoğraflar. Jane Birkin ve Serge Gainsbourg ile bir film çekiminde tanışır, daha sonra da onların en güzel fotoğraflarını çeker.

Ağustos 1969 da Kuzey İrlandadaki olayları görüntüler. Hemen ardından Prag’a Rus tanklarını fotoğraflamaya gider. Paris Match ın 30 ağustos 1969 sayısında aynı anda 2 röportajı yayınlanır.

1970 yılı Gilles Caron’un bu dünyadaki son yılıdır.  Önce aralık ayında Çad’daki Fransanın desteklediği direnişçileri fotoğraflamaya gider. İktidar güçlerine esir düşer ve 1 ay hapis yatar. Çad’tan döner ve  Kızıl Kmer’lerin ihtilal yaptığının ertesi günü Kamboçya’ya olayları izlemeye gider. 5 Nisan günü Kamboçya’yı Vietnama bağlayan 1 numaralı yol üzerinde 3 ü fransız  20 değişik ülke foto muhabiriyle birlikte kaybolur. Daha doğrusu öldürülür. Sadece 30 yaşındadır ve arkasında Mayıs 68 fotoğraflarının en ünlüsünü bırakarak göçer.

Şimdi gelelim Hotel de Ville’de Gilles Caron sergisine. Bu sergi Gilles Caron’un ilk retrospektif sergisi değil ancak en büyük sergisi. Daha önce 2004 yılında Jeu de Paume fotoğraf müzesinde sergilenen Caron’un bu büyük sergisinin Hotel de Ville de yapılmasının en önemli nedeni Paris Belediyesinin Hümanist Paris fotoğrafçılarına karşı özel bir hassasiyetinin olmasından kaynaklanıyor. Doisneau ,Willy Ronis, Brassai ve Izis gibi ünlü Paris fotoğrafçılarının fotoğrafları bu tarihi binanın duvarlarını zaman zaman süslüyorlar. Sergide Fransanın en büyük gelişmelerini ve çatışmalarını yaşandığı yıllara ait fotoğraflar görülüyor. Caron un fotoğraflarıyla bu çelişkilere dikkat çekilen sergide Mayıs 68 ve savaş fotoğraflarının yanı sıra moda, film, TV setlerinden ve defilelerden fotoğraflar yer alıyor.

Belediye sarayında sergi 2 kata yayılmış. Caron fotoğraflarının ilk bölümü fotoğrafçının ilk yıllarındaki fotoğraflara ayrılmış. Bu fotoğraflar arasında Brigitte Bardot, Romy Schneider, Jean Paul Belmondo, Jean Louis Trintignan, Raquel Welch, François Truffaud gibi zamanın ünlüleri var. Bir sonraki bölümde De Gaulle’ün Türkiye gezisi sırasında gayriresmi fotoğrafçı olarak çektiği seri portreleri var. De Gaulle’ün yaşamının son dönemindeki ifadeleri daha çok ümitsizlik göstergesi. Üçüncü bölümde Nanterre bölgesinin mimari özellikleri ile öğrenci yaşamına ayrılmış. Serginin geri kalan kısmı ise ana konuya yani 68 olaylarına ayrılmış, Biafra ve Nijerya’dan gönderdiği bazı kareler de bu bölümde. Sergideki fotoğraflarıyla Gilles Caron’un fotoğrafçı gözünü ve ruhunu anlaya yetiyor. Caron vaktinden çok önce bu dünyadan ayrılmayıp vatandaşı Henri Cartier Bresson kadar uzun yaşasaydı daha kaç tane ikon fotoğrafa imza atardı diye düşünmeden edemiyoruz. Gilles Caron’un anısına saygıyla ..

1-https://www.mehmetomur.net/sipa-goksin-sipahioglu/

2-http://soulevements.jeudepaume.org

 

2018 yılı içinde iki mobil fotoğrafçılık ve sanat kampımız olacak. Tüm akıllı telefonlarla yapılabilen

mobil fotoğraf ve sanatı  Android sistemin bünyesindeki aplikasyonlar sınırlı olması nedeniyle daha çok iPhone fotoğraf ve sanatına dönüşüyor.

Başvurular için; [email protected]

MOMUR_KAMP_1

MOMUR_KAMP_2

 

 

 

3 yıldır üzerinde çalıştığım iPhone fotoğrafçılığı ve Mobil sanat konuları

bir kitap ve seri eğitimlerle yoluna devam ediyor.

Bundan böyle internet üzerinden bu konuları öğrenmeye devam etmek mümkün.

Eğitim için randevu almak gerekli.

https://savvy.is/profile/sukrumehmetomur

 

Selam ve sevgilerle

Walter Benjamin Fotoğraf felsefesinde bir mihenk taşı…

“Geleceğin cahilleri, alfabeyi sökemeyenler değil fotoğraf çekemeyenler olacak deniyor. Ama kendi fotoğraflarını okuyamayan fotoğrafçıyı da cahil saymak gerekmez mi?”
Walter Benjamin

New York 1109 5th Avenue ve 92nd Street’deki Jewish Museumda gerçekleşen ve 17 Mart ve 6 Ağustos 2017 tarihleri arasındaki gezilen Walter Benjamin ile ilgili sergiyi kaçırmamış olmamız onunla ilgili düşüncelerimizi dile getirmeyi engellemez. 48 gibi erken bir yaşda kaybettiğimiz bu dehanın fotoğrafa etkilerini incelemek istedik.
Walter Bendix Schönflies Benjamin (15temmuz 1892 Berlin de doğar – 26 eylül 1940 da Portbou da ölür) filozof , sanat tarihçisi, edebiyat ve sanat eleştirmeni, tercümandır (Balzac, Baudelaire ve Proust tercümelerini yapmıştır) . Frankfurt okuluna bağlıdır.
1950 li yıllardan itibaren düşünceleri ilgi çeker ve bir çok düşünürü etkiler.
Fotoğraf felsefesinin temel taşları veya üç ayağı diyebileceğimiz Roland Barthes, Susan Sontag ve John Berger neden Walter Benjamin’den etkilendiler? soruya cevap aramak için yola çıktık.
Tabii öyle kolay Walter Benjamin olunmuyor. Genlerle ve çevreyle de birşeyler taşınmalı. Benjamin Paris’te banker Berlin de antikacı ve sanat taciri bir babanın oğlu. koleksiyonlarla ilişkisi çocukluğunda başlıyor.
Çok önemli Psikolog William Stern, şair Gertrud Kolmar ve filozof ve aktivist Günther Anders’in yeğeni olması da cabası.
Daha 18 yaşında önemli bir dergiye Der Anfang’a makaleler yazmaya başlar. 20 yaşında felsefe, sanat tarihi ve filoloji eğitimlerine başlar. İtalya’yı dolaşarak ilham almaya çalışır. Baudelaire’i çevirmeye başlar. Nişanlanır ama nişanını aşık olduğu yazar Dora Pollak için bozar. Dora Pollack ile evlenir bir çocukları olur.
Askerliğini erteler ve İsviçrede tezini tamamlar. Bu sırada Hans Richter et Francis Picabia gibi ünlü dadaistlerle arkadaş olur.
1920 de maddi sıkıntılar nedeniyle babasının evine taşınırlar, ardından eşinden ayrılır. Parise gider orada sürrealistlerle tanışır. Babasından gelen yardımlar kesilir. Capri adasında Asta Lacisle dost olur ve ondan Marksimi öğrenir. Bir yıllığına İbiza adasına yerleşir. Nazi Almanyasına dönmek istememektedir. Uyuşturucuya başlar. 1934 de Danimarkaya sığınan Brecht ile tanışır. Brecht kendisine maddi yardımda bulunur. Parise yerleşir. Yazdığı bir yazı yüzünden alman vatandaşlığından atılır. Almanlar Parise girip evini basınca Fransanın güneyine kaçar. Orada da öldürüleceğini düşünerek intihar eder.
Son dönemin yaşamış en büyük Marksist ideologlarından bir tanesidir.
Bizi ilgilendirenler “Fotoğrafın kısa tarihi” ve “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” adlı eserleridir.
Aura kavramını 1931 de öne sürer. Teknoloji, tarih, sanatla yakından ilgilenen Benjamin’in öne sürdüğü diğer bir kavram ise “melankoli”dir. Walter Benjamin, 1935 yılında yazığı “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” makalesinde, fotoğrafın sanat eserine etkilerini değerlendirir. Görüş ve düşünceleri ölümünden yıllarca sonra kavranmış ve yaygınlık kazanmıştır.
Bir sosyal üretim formu olarak sanatın önemini fark eden ilk kişi olduğu düşünülen Walter Benjamin öncelikle sanatsal üretimin aurasını, burada ve tek olma özelliğinin, yeniden üretimle gerçekleştirilemeyecek bir yapıda olduğu saptar. Sanat eserinin teknik yolla yeniden üretimini ayrı tutar. Walter Benjamin’in internetin var olmadığı o yıllarda bu olayı görür.  Aslında bu olay  sanat eserinin yeniden üretilmesini  konu etmektedir. Bu durum internet ortamında geçerliliğini korumakta ve şimdiye kadar olmadığı bir süratle yayılmaktadır.
Zuhal Özel Sağlamtimur’un tezinde özetlediği gibi Walter Benjamin fotoğrafla tarih arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak amacıyla anahtar kavramlardan yararlanmıştır. Bu kavramlar Benjamin için, gelenek, yeniden üretim, optik bilinçaltı, diyalektik görüntü, rastlantı kıvılcımı, auranın aktarımı, şimdi ve buradalık, biricikliktir.
1920’lerin sonlarından başlayarak Benjamin’in Marksist düşenceye yaklaşarak, sanatı nasıl bir siyasal kimlik varsayar.
Ona göre; ilkel toplumlardaki sanat, da bu toplumların kutsallık anlayışlarındaki şekilcilik gibi, temelde tören görevi görmektedir. Sanatı, tapılacak bir fenomen olarak değerlendirir. Ancak, halkın sanata erişme olanağı düşük olduğundan günümüzde sanat yapıtları müzelerde, sergi salonlarında insanlara sunulur. Kitle iletişim araçlarının katkısıyla, özünü yitirmeden çoğalabilen ama amaçsız kalan sanat artık müdahale edilebilir haldedir. Böylece sanat, toplumda siyaset kavramlarla iç içe geçmiş durumdadır.

Yararlanılan kaynaklar;

Zuhal Özel Sağlamtimur; Walter Benjamin’in Bakış Açısından Tarih ve Fotoğraf İlişkisi;
İletişim Kuram ve Araştırma dergisi, sayı 37, 2013
Ayla Torun; Walter Benjamin, Sanat Eserinin Aurası ve yeni medya sanatı; International Multilingual Academic Journal, Vol. 2, No. 1, (2015)

Notre damın Kamburu Victor Hugo’nun1831 yılında yayınlanan ve Fransa’da krallık döneminin karanlık günlerinden kesitler sunan romanıdır.
Hugo Paris’in ünlü katedrali Notre-Dame’ın başrahibi Claude Frollo’yu kral XI Louis ile sohbete sokar. Bu sohbette, Frollo efkarlı bir şekilde bakışlarını önündeki kitaptan kiliseye çevirir ve şöyle der:”Ceci tuera cela ” yani “bu, onu öldürecek.” 

Hugo, 1482 yılına yerleştirdiği bu rastlaşmanın bulunduğu bölümünden sonra ki bölümde “Le livre tuera l’edifice” der. Burada mimarlığın (kiliseni taşları anlamı da çıkarımlanabilir) matbaanın icadını takip eden yıllarda tüm gücünü ve hatta varlığını yitirdiğini iddia eder. Hugo’ya göre mimarlık rönesans ile çoktan ölmüş, “taştan kitap” yerini “kağıttan kitaba” bırakmıştır.

Notre Dame de Paris’nin filmi 1911 de sessiz film olarak çekilmiş, ancak 1956 daki unutulmaz versiyonunda da Quasimodo’yu Anthony Quinn, Esmeralda’yı Gina Lollobrigida oynamıştır. 1999 TV için müzikal olarak çekilmiştir.
1998 den beri 15 ülkede binlerce kez sahnelene müzikalindeki “Belle” adlı iç parçalayan romantik parçayı duymayan kalmamıştır.

Bütün bu uzun girişi “bu, onu öldürecek” lafının, son zamanlarda sıkça duyduğumuz “iPhone fotoğrafı öldürecek lafına” bağlamak için yazdım. Victor Hugo bu lafı katedrali arşidüküne söyletmekteki amacı yeni icad edilmiş matbaa da sonsuz sayıda çoğaltılabilecek kitapların katedralin duvarlarındaki sembollerle yapılan eğitimin sonunu getireceğini düşünmesinden kaynaklanmaktadır. Orta çağın sonlarında yaşanan değişimleri acaba günümüzde yaşıyor olabilir miyiz?
Dijital çağ sanatın yerini alıyor mu acaba? Sanal yaşam elle tutulan sanat eserlerinin pabucunu dama atıyor olabilir mi?

Bizde ilk baharda İstanbul Deniz Müzesinde yapılan Pitoresk İstanbul Dijital Sergi, Hollanda Den Bosh kenti Noordbrabants müzesindeki dokunmatik ekrandaki orta çağın en ünlü ressamı Jerome Bosh’un sergisi ve nihayet Kore Seul de Monet’nin empresyonizmi adlı serginin müze duvarlarına projeksiyon şeklinde yapılması yeni bir çağa girildiğinin göstergeleri.
Bu duruma gelinmesinde sorunun eserlerin elde edilmesinin zorluğundan mı yoksa yeni sanatseverlerin tercihlerinin tahta çerçeve içindeki tuvalden ekrana doğru yönelmesinden mi geldiği ayrı bir tartışma konusu. Fotoğrafın öldüremediği resim sanatını dijital teknolojinin öldürmesi de bizce mümkün değildir. Biz şimdi fotoğrafa ve iphone a dönelim.
Bir önceki yazımızda Delaroche’un fotoğrafın bulunuşu için “Bugünden itibaren resim sanatı ölmüştür” dediğini yazmıştık.

Son günlerde iPhone’un fotoğrafı öldüreceği çok konuşulur oldu. Fotoğrafın resimde olduğu gibi hiç bir biçimde ölmeyeceği bilindiğinden, bu lafı belki de şöyle algılama gerekir; “iPhone diğer fotoğraf makinelerinin yerini alacak..” İşte bunu anlamak mümkün. iPhone o kadar pratik ki artık insanlar ağır DSLR makinelerini taşımak istemiyorlar. hatta küçük kompakt kameralar bile yerlerini iphone veya diğer mobil cihazlara bırakıyor.
Bu cihazların mükemmel lensleri çok güzel fotoğraflar çekilmesine olanak sağlıyor. Sensör rezolüsyonları gelişiyor, gelişmeye de devam edecek. Aksesuar miktar ve kalitesi de aynı şekilde artıyor. 2 lensle siyah beyaz çekme olanağı sağlayanlar var.
Küçük yüksek rezolüsyonlu 1.7 diyafram açıklığına ulaşan ve tüm manuel ayarları yapabileceğiniz küçük ek kameralar cep telefonlarınıza veya ipad’lerinize takılabiliyor. Kaliteli bir fotoğraf çektikten sonra süratle bazı ayarlar yapıp yine süratle sosyal paylaşım ortamlarına sokmak mümkün. Daha da ileri gitmek isteyenler değişik lezzette siyah beyaz, çift pozlama, bracket, seri çekim, panoramalar yaratabilirler.
Dünyanın en önemli uzman mühendislerinin bütün ihtiyaşları düşünerek ürettiği bu cihazların mükemmeli arayış içinde olduğunu artık kabul etmemiz gerekir
Daha da ileri gitmek isteyenlere bu fotoğraflardan yola çıkarak ve bunları stilize ederek abstre, yağlı boya, sulu boya dijital eserler yaratma imkanları var. Eeee bu kadar avantaj ve özellikleri olan bir fotoğraf makinesi başlangıçta telefonda olsa doğal olarak diğer makineleri zaman içinde öldürebilecektir, ama fotoğrafı asla. Kimsenin endişesi olmasın…
Hugo’nun düşündüğünün aksine kitap hiçbirşeyi öldürmedi, mimaride var olmaya devam ediyor, kilise de…

 

2018 yılı içinde iki mobil fotoğrafçılık ve sanat kampımız olacak. Tüm akıllı telefonlarla yapılabilen

mobil fotoğraf ve sanatı  Android sistemin bünyesindeki aplikasyonlar sınırlı olması nedeniyle daha çok iPhone fotoğraf ve sanatına dönüşüyor.

Başvurular için; [email protected]

MOMUR_KAMP_1

MOMUR_KAMP_2

 

 

 

Sevgil Arkadaşım

Umarım iyisindir.

Jura bölgesi Bourgogne bölgesine her ne kadar komşu olsa da

Abbaye de Cluny( bizim en azından yarım günümüzü belki 3/4 günümüzü alır)

Gerçekten muhteşem bir Abbaye. Ben gördüm ve hayran kaldım. Ayrupanın neredeyse tamamını kontrolü altına alacak kadar genişlemiş

bir tarikat.

Orayı Bourgonya gezisine sakladım.

Jura için özet olarak yazarsam;

Birinci gün Lyon a geliyoruz. Oradan arabalarımızla Otelimize, Passenans a ulaşıyoruz. Akşam üzeri Jura bölgesi

şarapları tadımı yapacağız.

Akşam iki Michelin yıldızlı Maison Jeunet restaurant da yerimiz ayrılmış durumda.

Ertesi gün otobüsle 2-2,5 saat mesafede eski bir komando eğitim merkezi olan

şimdi Conte peynirlerinin yaşlandırılma dehlizleri olan Fort de Rousse kalesine gideceğiz. (İsviçre sınırı)

Compte, Mont d’or peynirlerini öğreneceğiz. Muhtemelen bölgeye özel bir kaç şarabı da tadacağız.

Dönüş yolunda fotoğraf çekip (çok güzel dağ ve vadi manzaraları) öğlen yemeğini

dağ yolunda Chalet tarzı bir noktada yiyeceğiz. Hotel restaurant le Pre-Filet.

Öğleden sonrası için bir tadım hazırlama peşindeyim. Bu tadım şarap ve/veya bölgenin özel sucuğu

saucisse de Morteau konusunda olacak.

Akşam bir köyde (Saint Lothaine) auberge (han) tarzı bir yerde taze mantar vs yerel lezzetlerden oluşan

bir menü ile akşam yemeği yiyeceğiz.

Basit ama lezzetli samimi bir restaurant düşün.

Üçüncü gün sabahtan Jura nın en önemli üreticisine gideceğiz.

Chateau Chalon. Vin de jaune un zirve yaptığı notkta. Çok güzel otantik bir köyde.

Bu şarap geçen yüzyılın en önemli yeme içme yazarı Curnunsky nin dünyanın en büyük beş beyazı arasına girmiş.

Bu konudaki yazımı okumak istersen: https://www.mehmetomur.net/curnonskynin-5-buyugunun-izinde/

Öğlen yemek için Arbois ya gidip yemekten sonra Pasteur’ün evini gezeceğiz. Çok önemli bir bilim adamı ve

kuduz aşını bulan kişi. Mikropların hastalık yaptığını öne süren kişi. Fermantasyon ve pastörizasyonu da bulan kişinin yaşadığı ev daha dün terkedilmiş gibi.

Akşam yemeği için çalışmalara devam ediyorum.

D’tour gourmand à Fangy  ve La maison Zugno à Poligny arasında tereddüt ediyordum.

D’tour galip geldi.

Zaten ertesi sabah ta yola çıkıp havaalanına gideceğiz.

Paris teki Paris-Photo, Fotofever, Salon de la Photo fuar/sergi geziler ardından 3 günlük sokak fotoğrafçılığı workshop u ayrı hikaye onu da istersen ikinci bir mail de anlatayım.

Katılman beni mutlu eder. Fotoğraf tecrübesi aranmıyor. Amaç fotoğrafta ilerlemek güzel unutulmayacak vakit geçirmek, bir portfolio ve anılarla dönmek.

O geziyle ilgili ayrıntılı bir yazıyı da birazdan gönderiyorum.

Jura ile aklına takılan bir şey olursa lütfen söyle. Daha vaktimiz var. Gezimizin mükemmel olması için gereken herşeyi yapalım.

Selam ve sevgilerimle

Not:Bu mail i sana yazdım ama diğer katılımcılarla da paylaşırsam hoşlarına gidecektir. Gelişmelerden haberdar olacaklardır.

 

Aplikasyonlar üzerine,

Her ne kadar diğer makinelerle de katılabilinirse de Paris’e sokak fotoğrafçılığı için geziye gelirken biraz iPhone’unuzun ayarlarını biraz da gezi sırasında kullanabileceğiniz aplikasyonları tanımanızın faydası olacağını düşünüyorum.

Çünkü Sokak fotoğrafçılığında iPhone ve akıllı telefonların üstünlüğü kesindir. Kimseyi rahatsız etmeden istediğiniz fotoğrafı çekme özgürlüğünü yakalarsınız.

Bu kez çok uzun uzun yazmayacağım çünkü ihtiyacımız olan ayar ve araçlar sınırlı. Sokak fotoğrafçılığının güzel tarafı da bu. Analog fotoğrafçılar her zaman hazır olsun diye makinelerine 50 mm lens takar 16/f e ayarlar 400 ISO film takarlar perde hızını da 1:400 e ayarladılar mı 3 metre manuel fokusla istedikleri her sahneyi çekerlerdi.  iPhone bunu bugün otomatik olarak yapıyor. İşte iPhone’un güzel tarafı da bu. iPhone sokak fotoğrafçılığı için yaratılmış diyebilirim. Kimseyi rahatsız etmeden istediğiniz kadar yaklaşabilirsiniz.

Tarihin en önemli fotoğrafçılarında Robert Capa’nın dediği “Eğer fotoğrafınız iyi değilse yeterince yakın değilsiniz demektir” sözünü unutmamak gerek. iPhone buna olanak sağlıyor. Kulaklığınızın ses açıp kapama düğmesinin deklanşör olduğunu unutmayın. Olaylara kişilere rahatsız etmeden yaklaşmanızı sağlayacak bu kulaklığı aklınızda ve yanınızda bulundurun.

Önce iPhone 6 için ayarları anlatayım, ardından iPhone 7 ye koydukları birkaç yeniliğe geçerim.

iPhone’unuz doğal kamerası çok güçlüdür. Genellikle onu kullanmanızı öneririm.

Photo mod’una kalmanızı kareyi pek kullanmamanızı öneririm. Çünkü kırparak zaten kare fotoğrafı elde edebilirsiniz. Panoramik fotoğraf manzara fotoğrafçılığı için çok uygundur. Ancak sokak fotoğrafçılığında çok başvuracağınız bir araç değildir. Flaş kullanımına da pek ihtiyaç duymayacaksınız. Sokak fotoğrafçılığı için de, genelde de iPhone kullanımında  flaş kullanımı tavsiye edilmemektedir. Fazla ışığa ihtiyaç duyduğunuzda küçük LED ışıklar işinizi görür. iPhone’un doğal kamerasını ekranı açtığınızda kolaylıkla ulaşabileceğiniz bir noktaya taşıyın. Bu telefon ekranının sağ alt köşesi olmalıdır. Kapalı ekrandan çabuk açmanın yolu da ekranın üzerinde parmağınızı sağdan sola doğru çekmektir. HDR  fotoğraf kullanımı da abartılı fotoğraflar verdiğinden kapalı tutulmalıdır. Filtreleri de kullanmayın. Timer veya geciktirici hatıra fotoğrafı çektirirken kullanabilirsiniz ama sokak fotoğrafında ona da ihtiyaç yok. Sonuç olarak iPhone’uzu photo mod’una alıp hiç bir ayarıyla uğraşmadan tamamen kendinizi kompozisyon ve ışık şartlarına göre fotoğrafınızı kurmaya konsantre edebilirsiniz.

iPhone mühendisleri siz en güzel fotoğrafı çekebilesiniz diye yıllardır teknik unsurlarla çalışıp ideal şartları elde ettiler. Siz de bundan yararlanın. Bu iPhone ile çekilmiştir reklamlarını hatırlayın. Güzel ışık ve kompozisyonu bulursanız inanılmaz fotoğraflar çekebilirsiniz iPhone’unuzla.

Burada size benim zevkle kullandığım manuel kullanıma da olanak sağlayan bir aplikasyondan bahsedeceğim

ProCamera

https://itunes.apple.com/fr/app/procamera/id694647259?mt=8

ücretli bir kamera aplikasyonu. Size yukarıda bahsettiğim , yapmamanızı önerdiğim işlemleri yapmanıza izin vermiyor. Flaş kullandırtmıyor. Telefonun kendi ışığını fotoğraf çekerken kullanabiliyorsunuz. Buna karşın elde fotoğraf çekerken el titremesini hissediyor ve titreme olmadığı anda çekebiliyor. RAW çekiyor. Net ayarını ve ışık  ayarını farklı noktalara yapabiliyorsunuz. Karanlıkta çekim modu var. HDR çekim opsiyonel.

Beyaz ayarı, ışık ayarı ve hız ayarlarını manuel olarak kontrol edebiliyorsunuz.

Ayrıca türkçe çok güzel bir kullanım kılavuzunu da bünyesinde barındırıyor. Paris e gelmeden ProCamerayı edinip bir müddet kullanırsanız belki de vazgeçemediğiniz bir aplikasyon haline dönüşebilir.

Siyah beyaz sokak fotoğraflarına çok yakışır o zaman provoke app edinip yüksek kontrastlı bir mod ile çekim yapabilirsiniz. Uzun pozlama yapacak iseniz mutlaka Shutter Cam aplikasyonunu indirmiş olun.

Çektiğiniz fotoğraflara sonradan bir düzenleme yapmak istiyor iseniz Snapseed imdadınıza yetişecek.

Bu Paris gezisinde daha fazla aplikasyon önererek sizi yormak istemiyorum. Yukarıda saydığım

4 aplikasyon ve yaratıcılığızla Paris’te çok güzel fotoğraflar çekeceğinize eminim.

Pro Camera

Provoke

Slowshutter Cam

Snapseed

Paris Paris,

Herkesin kendine göre bir Paris’i olur, onun nasıl gelişeceğini bir tek rastlantı tanrısı bilir.

Enis Batur/Paris, Ecekent

Benim Paris’im, Mayıs 68 olaylarının hemen ardından haziran ayının sonlarında başlar. Burada amacım bir ikinci “Paris, Ecekent” daha çıkartmak değil. Amacım ne kadarını bildiğinizi bilmeden biraz sizlere şehri anlatmak. Benim Paris’imi. Bana göre Paris başkenttir. Herşeyin mümkün olduğu, özgürlük ve aşkların başkenti. Bu şehri tanıtmaya haritasından başlamayı severim. Sokak numaralarının Seine nehrine doğru küçüldüğü dolayısı ile merkezin Seine nehrinin üzerindeki iki adacıkta olduğunu söyleyeyim. Nehir doğudan batıya doğru aktığından kendinizi akım yönünün verdiğinizde sol tarafınızda şehrin güney yarısı kalır. Bu tarafa “sol” yaka derler. Kuzeyi akıntıya göre sağda kaldığından bu taraf da doğal olarak “sağ” yakadır. Akılda tutmak için Dior’un “Rive Gauche” parfümünü düşünün. Öğrenci bölgesi Quartier Latin, entellektüellerin bölgesi Saint Germaine, Eyfel kulesi, Luxembourg bahçeleri, Sorbonne üniversitesi, Paris’in en eski AVM’si “Le Bon Marché” ve en eski restaurantı 3 Michelin yıldızlı Seine nehri manzaralı “La Tour d’Argent işte bu yakada, Rive Gauche’dadır.

Geri kalan, Hotel de Ville, Marais, Opera ,Concorde, Champs Elysee, Zafer Takı, Pigalle, Louvre müzesi gibi önemli noktalar ise sağ yakadadırlar.

Sağ ve sol yakalarda daha neler vardır, ne sürprizler sizi bekler yaşadıkça görürsünüz. Bitmek bilmez. Bizim gibi Paris de değişmeyi bırakmaz. Değişim bizdeki binaların boylarının büyümesi şeklinde olmaz, bazı mahallelerin gelişmesi moda olması diğerlerinin gözden düşmesi şeklinde olur. Paris nisbeten küçüktür. Şehir surları içinde bir uçtan bir uca araba ile 40-50 dakikada ulaşırsınız. Ancak banliyö diye bilinen Parisin dışındaki bölgeler milyonları barındırır, çoğunluk için yatakhanedir. Zaman içinde Parisin sur içi turistlere terk edilecektir. Çünkü her yıl Fransa’ya ülkede yaşayan 67 milyondan daha fazla turist gelmektedir. Dünyanın bir numaralı turistik destinasyonudur. Bunun farkına varan fransızlar Paris’i turistlere otel ve restoran olarak bırakmanın akıllıca olduğunu düşünmektedirler.

Şehri kuş ucu görmek için iki nokta vardır . Montparnasse’daki gökdelen ve Eyfel kulesi. Eyfel kulesine çıkmak uzunca bir süre kuyrukta beklemek demek olduğundan sınırlı zamanı olanların diğer noktayı tercih ettikleri bilinir.

Paris’te ulaşım toplu taşıma sayesinde oldukça kolaydır. Metro ile her yere kısa sürede ulaşırsınız.

Paris metrosu ile İstanbulda ilk metro teşebbüsü olan “Karaköy-Beyoğlu” hattındaki tünelin kazılması aynı yıl başlar. 1900. Bugün 220 km’lik ağ, 300 den fazla istasyon ve 16 hattı ile günde 5 milyon kişi taşır. Otobüsler yeryüzünden Paris’i görerek ulaşmak için idealdir. 10 dakika da bir gelirler ve dakiktirler. Yarım saatliğine bedavaya bineceğiniz bisikletler de aynı şekilde çok kullanışlıdır. Trafikte yayaların ve bisikletlilerin kesin üstünlüğü vardır.

Paris aşıklar şehri olduğu kadar sanat ve kültür şehri olarak da bilinir. Müzeler ve galeriler dünya sanat tarihini sanki size canlı olarak yaşatırlar. Picasso severler için dünyanın en önemli müzesi buradadır. Empresyonistlerin en zengin koleksiyonunu Orsay müzesinde görürsünüz. Louvre zaten müze denilince ilk akla gelendir. Fotoğraf mekanı olarak Musee de Jeu de Paume ve Maison Europeenne de la Photo sizi bağrına basar. Moda meraklıları Faubourg Saint Honoré ye giderler. Hermes ve diğer aklınıza gelebilecek tüm markaları yan yana görürler. Saat ve mücevher işleri Opera yakınındaki Place de  Vandome’dadır. Louis Vuitton için Champs Elysée ye çıkmak gerekir.

2 günde Paris’in ancak tadını alırsınız.

Biz fotoğraf gezimizin karargahını merkezde bir toplantı salonuna kuracağız (Chatelet). İlk gün yakın bölgeler olan adacıklar, yeni kurulan Seine nehri kenarı cafe’leri, Notre Dame, Saint Michel çeşmesi ve Saint Germaine bölgesinde çekimlerimizi yapıp akşam üzeri tekrar toplantı salonumuza döneceğiz. Akşam yemekten sonra gece fotoğrafları çekip yorgun argın otellerimize döneceğiz. Ertesi gün biraz daha rahat. Sabah kahvaltıda cafe-croissant’larımızı yiyip içtikten sonra hemen sokaklara dalacağız. Saint Germaine, Louvre müzesi bahçeleri Tuileries ve Concorde meydanından  geçeceğiz. Biraz yürüyeceğimiz için uygun ayakkabı giymeyi burada tekrar hatırlatmakta yarar var. Havanın durumuna göre kıyafet konusunda da dikkatli olmakta yarar var. Hem zaman kazanmak hem de metroda fotoğraf çekebilmek için metro veya otobüsle  Eyfel Kulesi bölgesine gideceğiz. Orada japonların düğün fotoğrafları için Japonyadan kalkıp geldikleri noktayı görüp hemen Seine nehri üzerindeki “Kuğular adasına” geçeceğiz. Bir ucundan tüm ihtişamı ile Eyfeli görürken diğer ucunda Fransızların Amerikaya hediye ettikleri New York da Ellis adasındaki  Zafer anıtının maketini göreceğiz. Öğleden sonra tekrar toplantı salonumuza dönüp çektiğimiz fotoğrafları değerlendireceğiz. Güzel fotoğraflarımızdan bir portfolio hazırlayacağız. 2 ci gün biraz daha uzun olacak ama geziyi bitirmenin mutluluğu ile akşam yemeğine gideceğiz.