Ed Kashi, Kürt sorunları ile ilgili 20 yıllık National  Geographic  fotoğrafçısı. Görevli olarak Kürtlerin yaşadığı değişik yedi ülkeyi gezmiş ve konuyu foto röportajcı olarak görüntülemiş. Dünyanın değişik yerlerinden çok kuvvetli görüntüler getirmiş olan bu ünlü fotoğrafçının New York sokaklarını iPhone’la fotoğraflattırdığı National Geografic’in düzenlediği workshop’a katıldım. Hafta sonu iki günlük maceraya değdi mi değdi doğrusu.

Ed Kashi’ nin kendisine sordum ? Neden İphone diye?  O da şöyle cevapladı; Bütün fotoğraf makinalarının zayıf tarafları vardır. Bunun da var, özellikle az ışıkta sorun yaşanıyor ancak her ortamda rahatlıkla kimseyi rahatsız etmeden kullanılabilmesi, bünyesinde karanlık oda barındırması ve çekimin hemen ardından paylaşılabilme özellikleri onu çok güçlü bir fotoğraf makinesine dönüştürüyor.

New York’ta Lisa Paliti’nin  NatGeo ile organize ettiği bu iki günlük hafta sonu etkinlik sunular   ve tavsiyeler ile renklendi. Feyz  aldık desek yalan olmaz. İlk sabah ki tanışmamızın ardından ilk sunumunu yaptı, Ed Kashi fotoğraf çekerken nelere dikkat ettiğini detaylarıyla anlattı. Kompozisyona ne kadar  önem verdiğini en küçük ayrıntıları nasıl hesapladığını ve kafasında ki fotoğrafı oluşturmak için ne hallere girdiğini gözler önüne serdi. Görevli olarak sahaya çıktığında bir işçi elbisesi giydiğini yerlerde yuvarlanmaktan dönüşte elbisenin paramparça olduğundan dem vurdu. Özetlemek gerekirse yakın ol, gözümüzün görmeye alışık olmadığı farklı açı bul. Önden arkaya sağdan sola katmanlarla görüntünü yarat. Yansımalardan yararlan. Bak – gör  – çek . Birkaç tane çek sonra seç. Gerektiğinde sahneyi kurgula. Alan derinliği sağlamak için öne, öndeki yüze yaklaş, fokus’u kilitle ve sahneyi değiştir. Sabırlı ol. Fotoğraf değişkenlerden oluşur (f,iso,shutter ). iPhone ile çok yüksek kalitede çekmeye özen gösteriyor. Sonra  Snapseed uygulaması ile düzenleme yapıyor, bazen filtre  ve  çift pozlama yapıyor. Bazen bir hikâye anlatmak için triptik yapıyor.

Önce bir arka plan  bulmaya özen gösteriyor, ve orada sabırla bekliyor. Kafasında kurduğu hikaye her zaman oluşmasa da oluştuğu zaman çok ödüllendirici olabiliyor. Daha sonra Daniella Zalcman ‘dan  bahsetti bu Kennedy  ödüllü fotoğraf sanatçısı bütün hikayelerini çift pozlama  ile yapıyor. Bunun üzerinde bende fotoğraf dergisi okuyucuları için iPhone ile çalışan dünyaca ünlü fotoğrafçılar üzerine küçük bir araştırma yaptım.

Magnum’dan Garry Pinkhassov, New York Times fotoğrafçısı Damon Winter, portrede Jim Darling, manzarada Robert-Paul Jansen, gezi fotoğrafında Benedicte Guillon, siyah beyaz sokak fotoğrafında Greg Schmigel dünyanın en iyilerinden

Çift pozlama ile ödüllü Daniella’dan sonra iPhone’un faziletlerine dönüldü. Bu cihazla iki değil on tane üst üste pozlama yapılabileceği söylendi. Bu zaten bizim ilgi alanımız olan bir konuydu. iPhone’daki  Diana , Hipstamatic, Burst  mode, Burst cam, Cortex cam gibi aplikasyonlar ikiden yüze kadar üst üste pozlama yapabiliyor. Evet, yanlış okumadınız yüz. Eskiden yapamadığımız şeyleri hatta hayalini bile kuramadığımız şeyleri bu iPhone yapıyor. Cesaret edin ve yapın. Sonra tekrar fotoğrafa dönüyoruz ve fotoğrafta kompozisyon özellikleri  konuşuyoruz ; çerçeve içinde çerçeve,  gözü konunun içine çekebilecek  ve neyin önemli olduğunu gösterecek teknikler konuşuluyor..Blur, vinget vs. Konu içindeki elementlerin birbirlerinin üzerine binip birbirlerini saklamamaları konusu gündeme geliyor. Konu içinde çeşitli öğeler kullanarak hikaye anlatmakta çok önemli.

Sonra fotoğraf dili, environmental (çevresel) portre ve candide moment (saf, masum anlar) terimleri Ed Kashi’nin sıkça sözlüğünde yer alıyor. Candide moment sanki Henri Cartier Bresson’un “Decisive moment”ına tekabül ediyor. Environmental portre ise kişiyi etrafı ile göstererek kişiyle ilgili daha fazla bilgi vermek. Bu teknik hikaye de anlattığından güçlü fotoğraf yaratıyor. Environmental portre’de ifadelerle birlikte çevredeki konular hikayeyi yaratıyor.

Fotoğrafçının olayları kontrol etmesi için sürekli hareket etmesi gerekir. iPhone Ed Kashi’ye göre pasaportumuz. Kişilerle ilişki kurup fotoğraf çekmemizi kolaylaştıran unsur. Daha sonra fotoğrafı işlerken beğenmediğimiz küçük bölgeleri çıkarır veya koyulaştırırız. Detay fotoğrafları da önemlidir ve zordur. Hikaye detayın içindedir ve bunu gösterebilmek marifettir. Fotoğrafı yaratırken yerleştiğimiz nokta önemli; otobüs durakları, metro çıkışlari tekrarlayan olaylarda pozisyon almak önemli ve gerekli. Sonuçta fotoğrafta en önemli unsur kompozisyon! Kompozisyon..

Ed bir saat boyunca çeşitli örneklerle kompozisyon unsurlarını anlattı. Kompozisyonun içinde hikaye olmalı, kadraj içine giren herşey hikayeye katkıda bulunur. Gerek Liza gerek Ed ve yardımcıları Todd Istanbul’u Türkiye’yi ve Kapadokya’yı çok seviyorlar. Fotoğraf açısından inanılmaz bir nokta olarak değerlendiriyorlar. Ed Türkiye’ye 15 kez gelmiş. Irak göçmeni bir ailenin çocuğu 50 li yaşlarında. Ed teleobjektif kullanmıyor ve sevmiyor. Kendini sokak fotoğrafçısından çok people fotoğrafçısı olarak nitelendiriyor. Manzara fotoğrafında hayvan olabileceğini ama insan olmaması gerektiğini vurguluyor.

İlk gün ödev olarak New York’un eski mezbahalarının olduğu son 20 – 30sene içinde yeniden yapılandırılan ve apartman dairelerinin 1 milyon dolara alıcı bulduğu Meatpacking bölgesine gidiliyor. Etlerin paketlenmek üzere fabrikalara gelmesini sağlayan yol park haline dönüştürülmüş. İnsanlar orada geziyor. Ödev environmental portre , detay ve bir konuyu “kesmek” ve önerilerini yineliyor; İnsanlar arasında mesafe bırakın, katman yani planlar tabakalar oluşturun (layering), sabırlı olun, kadrajınızın kenarlarını çalışın (gereksiz ayrıntıları atın), üçte bir kuralını düşünün ve çerçeve içinde çerçeve planlamaya çalışın. Ödevimizi bir saat içinde tamamlayıp sınıfa dönüyoruz, Liza ‘ya verdiğimiz 25 fotoğrafı Liza 7 ye düşürüyor ve Ed’ de bu 7 içinden 2 veya 3 tanesini beğeniyor.Neden beğenip neden beğenmediğinide ayrıntıları ile söylüyor. Not; yine kompozisyonun önemi gündeme geliyor.

Ed’in önerisi kendi tarzımızın oluşturulması yönünde, kendisi sadece kare formatını kullanıyor. Sorunları postproduksiyona yani çekim sonrası düzenlemelere bırakmayın, çekerken sorunları çözün diyor. Gözlerin ve vücudun eğitilmesi gerektiğini vurguluyor. Aynı konuyu bikaç tane çekmeyi ve sonra seçmeyi öneriyor. Pikseller parayla değil diye de espri yapmayı ihmal etmiyor. Krop yapmayın yaklaşın kamerayı hareket ettirin etrafa göz kulak olun , bakın tarayın. Yaklaş yaklaş. Yaklaş denilince konu Robert Capa’ya geliyor,   “fotoğrafın yeterince iyi değilse yeterince yaklaşmamışsın demektir”

Ed Kashi Procamera app ile iPhone ‘da fotoğraflarını çekiyor. Procamera ile iPhone’un sabit f değeri olan lensi nedeniyle değiştiremediğimiz f ayarı dışında tüm manuel ayarları yapabiliyorsunuz. Procamera raw da çekebiliyor ve  tiff format  saklayabiliyor, manuel mesafe ayarı yapabiliyor. Snapseed denilen bana göre en önemli düzenleme (Edit) aplikasyonunu çok sınırlı dokunuşlarla kullanmaya özen gösteriyor. İlk gün akşam üzeri Time Square’de neon ışık gece çekimi ve “an” fotoğrafları çekmek üzere bizleri salıveriyor.

Normalde 20 kişilik sınıflarda yapılan bu kurs şansımıza 11 kişi. 3 hoca ile bire bir çalışma fırsatı yakalıyoruz. Ertesi gün yine 25 fotoyu Liza 7 ye düşürüyor. Gece hayatı içindeki çıplak dolaşan kadınları öne çıkarmak onların reklamını yapmak istemiyor ve bu tarz fotoğrafları onaylamıyor. Oysa evsiz barksızların zor durumlarını gösteren fotoğrafları onaylıyor. Birilerinin dikkatini çekip yardım ederler diye ümit ediyor. Bir kişi bile farkında olsa yeter diyor. Aslında kendi  tüm konularda sosyal içerikli konuları, çevre sorunları ile ve az gelişmiş ülkelerin sorunları ile ilgili projelerde çalışmış ve çalışıyor. Bu konu ile Everydayclimatechanges ‘a bakınız ve Ed Kashi’nin çalışmalarını inceleyiniz.. Liza tüm katılımcılara soruyor “What’s your visual strategy ?“ Story telling, photo essay, photo röportaj, media work  konuları konuşuluyor. Sorunları göstermek istiyor, Meksika-USA göç sorunu, Nijerya, Sri Lanka’daki hastalıklar, Hindistandaki yaygın böbrek hastalıkları. Story telling sadece böyle ağır konular savaşlarla ilgili olmaz diye de tüm konulara saygılı olduğunu gösteriyor. Çocuğumuzun doğum günü kutlamasının bile  fotoğraflarla hikayesini anlatabilirsiniz. Sonunda bir NG fotoğrafçısının yapısını, nasıl birisi olduğunu ve nasıl çalıştığını biraz olsun anladık. Benim anlatmakta zorlandığım iPhone’un bu işin içindeki yeriydi. Çünkü bir iPhone fotoğrafçısı olarak sırf 2 günlük bu kurs için 7000 km.yapmıştım. Kursta verilen temel fotoğrafla ilgili kompozisyon ve ışık bilgileri bizim ülkemizde çok değerli hocalar tarafından veriliyor. Bunca yolu boşuna mı gelmiştim. Tabii ki hayır. Ed Kashi gibi bir fotoğrafçının işlerinde iPhone kullandığını görmek, bu cihazla çok kaliteli fotoğraflar çekip yine bu cihazı güçlü bir bilgisayar ve photoshop gibi kullanıp instagramda paylaşarak yüzbinlere ulaşması benim yanlış yolda olmadığımın ip uçlarını verdi. Bu workshopun benim için yararlı yönü ülkemizdeki fotoğrafçılığın çıtasının yükseklerde bir yerde olduğunu bir kez daha fark etmemi sağlaması oldu. 2. gün öğlen ödevi manzara,  beyaz, ve “an” idi. Beyaz bir manzara oluşturdum.  New Jersey’in silueti ekte. Öğleden sonra Ed herkesten bir foto isteyip onları kendine göre edit etti. Snapseed adlı uygulamayı nasıl kullandığını gördük. Snapseed’deki araçların sadece % 20 sini kullanıyor ve çok sınırlı oynamalar yapıyor. Liza bu arada 2 gün içinde bizim çalışmalarımızdan seçtiği40 – 50 fotoğrafla oluşturduğu seride Show un kurs bitmeden önce orda gösterdi.Tüm medialarda paylaşacağını ve National Geographic’e gönderip içinden fotoğraf seçmelerini isteyeceğini söyledi. Liza toplantıyı birleştirici ve yapıcı bir konuşma ile kapattı. Kapanış yemeği sonrası katılımcılar birbirlerinin e-mail lerini alıp dağıldılar.

 

BİR SERGİ, ÜÇ DÜŞÜNCE

Ünlü amerikan fotoğrafçısı Walker Evans’ın Avrupada yapılan en büyük retrospektif sergisini 2 kez gezdim, kafamda üç düşünce ile evime döndüm. 400 ü aşkın fotoğraftan oluşan çeşitli belgeler, mektuplar ve farklı görsellerle desteklenmiş bu sergi 26 Nisanda başladı, 14 ağustosa kadar devam edecek. Yolu Parise düşecek fotoğraf severlere bir fırsat yaratıp Pompidou Çağdaş Sanat merkezine uğramalarını şiddetle öneririm. Sadece Walker Evans’ın sergisini görmekle kalmayacaklar, son yıllarda yıldızı çok yükselen David Hockneyin sergisini, Steven Pippinin optik sapmalar sergisini, Ross Lovegroveun 3D print sanat eserlerini görme fırsatını da yakalayabilecekler.

Önce Walker Evans’ın bana düşündürdüklerinden başlayalım. Walker Evans, Dorothea Lange gibi Amerika büyük krizi sırasında vahşi batıya giderek orada zor durumdaki ailelerle birlikte yaşayarak o döneme şahitlik eder. Fotoğrafları o zor günlerin birer belgesidir. Daha sonra Fortunedergisinin projelerini yapar ama bu onu mutlu etmez, dergiden ayrılır. Kendi yoluna gider. Kendi yolu sıradanlıkların fotoğraflandığı, vernaküler fotoğraf denilen bu sıradanlıklar içinden güzellik çıkartma arayışıdır. Evans vernaküler fotoğrafı konu olarak da kullanır, yöntem olarak da değerlendirir. Amerika uzun, bitmek yolların kenarlarındaki binaları, otelleri, reklam panolarını, kaldırımları, vitrinleri, ahşap kiliseleri konusu olarak ele alır. Yoldan geçen sıradan kişileri durmadan fotoğraflar. Bir taraftan da sahaflar ve bir pazarlarından sıradan fotoğraf ve kartpostalları satın alır. Sıradan konulardan büyük koleksiyonlar oluşturur. Primitif maskeler, ferforje bahçe sandalyeleri, çeşitli alet ve edevatlar fotoğraflarında kendilerini natürmort olarak yer bulmuştur.

Evans’ın gençlik yıllarında yolu Parise düşer. Aslında kendisi fotoğrafçı değil yazar olmak istemiş bu nedenle Parise gelmiştir. Charles Baudelaire ve Flaubert hayranıdır. İyi derecede fransızca bilmektedir.  Pariste Atgetyi tanır ve onun fotoğrafçılığın beğenir. Ancak kader onu yazar değil çoğu fotoğrafçının hayran olduğu ve ilham aldığı fotoğrafçı yapacaktır. Etrafındaki arkadaşlarının çoğu yazardır. James Atgeenin yazdığı “Let Us Now PraiseFamous Menadlı eser Walker Evans‘ın fotoğraflarıyla piyasaya çıkmış Farm Security Administration ve Amerikanın kriz dönemini anlatan çok önemli bir eser olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Bu eser daha sonraları o kadar tutulmuştur ki  bu kitaptan esinlenerek Aaron Copland The Tender Landadlı operasını yazmış, William Christenberry ise fotoğrafçı olmaya karar vermiştir.

Sergi de 1970 başında yaşam öyküsünü anlattığı bir filmini izleme şansını buldum. Bu noktada ikinci şaşkınlığı yaşadım. Filmi Sedat Pakay çekmiştir. Dünyada en önemli 10 türk fotoğrafçısı içine adını yazdırmış Sedat Pakay Türkiyede yeterince tanınmamaktadır. Oysa MOMA da ve Smithsonian müzede eserleri vardır. Walker Evans’ın öğrencisi olmuş ve bu sırada onu anlatan bir film çekmiştir. Walker Evans Amerika adlı 57 dakikalık film bizim kuşak fotoğrafçıların ilham kaynağı olan bu ünlü fotoğrafçının yaşamını anlatmaktadır. Pakay, James Baldwini İstanbulda kaldığı sürece yaşamının değişik anlarını fotoğraflayarak ve filme çekerek onu da belgelemiştir. Geçen yıl kaybettiğimiz Pakay’ın diğer bir belgeseli de  Bauhaus hocalarından renk teorisyeni, yazar ve ressam Joseph Albers ve  eşi tekstil sanatçısı Anni Albersin yaşamlarını ve eserlerini belgeleyen tek eserdir.

Pompidou Çağdaş sanat merkezi sanat ve fotoğrafı seviyorsanız sıkılmadan saatlerce hatta defalarca gezebileceğiniz 6 katlı bir mekan. Sürekli eserler sergilenen çağdaş sanat müzesi dışında kütüphane ve kitapçısı çeşitli konferans salonları var. Sergi salonlarından bir tanesi sürekli değişen fotoğraf sergilerine ayrılmış durumda. Büyük sergi salonunda Walker Evans devam ederken bu küçük fotoğraf sergi salonunda ise Steven Pippin adlı marjinal fotoğrafçının Optik sapmalaradlı biraz sapkın sergisini de gezmek mümkün. Bu sergi de doğrusu beni derin düşüncelere daldırdı. Bu sergide sanatçının deneysel fotoğraf çalışmaları sergileniyor. Fotoğrafa dair düşünmeyi seven kişiler için burada çamaşır makinesi, küvet  ve pisuvarların nasıl stenope haline gelip sifonu çekince içine konulmuş hassas film tabakasının gelen su ve kimyasal ile fotoğrafa dönüştüğünü izleyebiliyorsunuz. Pippinin non-kameraları ve felsefi kameralarını da burada görebilirsiniz. Dediğimiz gibi Parise yolu düşen fotoğraf düşkünleri Pompidou sanat merkezine uğramayı unutmayın lütfen.

Mehmet Ömür’le  Paris-Photo Gezisi

 

10 Kasım 2017 Cuma -14 Kasım 2017 Salı

Mehmet Ömür Kimdir? 

    

Esas mesleği tıp doktorluğu olan Mehmet Ömür gençlik yıllarında başlayıp yoğun meslek kariyeri sırasında bırakmaz zorunda kaldığı fotoğraf makinesi 2000 li yıllarda yeniden eline almıştır. Fotoğrafın “teknoloji” olduğuna inanan Ömür önce dijital DSLR İle yoğun ilgilenmiş 2010 yılında Paris’te CE3P fotoğraf ve görüntü okulundan diploma almıştır. 10 dan fazla kişisel sergisi ve Kapadokya ile ilgili fotoğraf kitabı olan Ömür zaman zaman çeşitli dergilerde fotoğraf yazıları yazmaktadır. 2014 den beri iPhone fotoğraf ve sanatı ile ilgilenmekte ve bu konuda çeşitli eğitimler vermektedir.

Paris’te bu 5 günlük fuar, sergi ve sokak fotoğrafçılığı fotoğraf gezisi sırasında fotoğraf danışmanlığı ve rehberlik yapacaktır. Paris’i daha iyi tanımanız, daha güzel fotoğraf çekmeniz amaçlar arasındadır ancak  unutamayacağınız bir kaç gün geçirmeniz esas amaçtır.

Gezinin diğer güzel tarafı çektiğiniz fotoğrafların eğitim salonunda ünlü fotoğraf sanatçımız ve küratör Merih Akoğul tarafından değerlendirilecek olmasıdır. Böylece en güçlü fotoğraflarınızdan elinizde bir seri fotoğraf ve bir sunum kalması amaçlanmaktadır.

                      Merih Akoğul Kimdir 

Merih Akoğul

1963 yılında İstanbul’da doğdu. M.S.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Ana Sanat Dalı’nı (Lisans) 1985, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Fotoğraf Ana Sanat Dalı’nı (Yüksek Lisans) 2001 yılında bitirdi.

Farklı konularda yayınlanmış 14 kitabı bulunan Merih Akoğul, Türkiye’de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde 30 fotoğraf sergisi açtı, grup sergilerine katıldı. Fotoğraf sanatı ve kuramı konularında çalışmalar yaptı. Seminer, sempozyum ve açık oturumlara katıldı, bildiriler sundu, paneller yönetti, seçici kurullarda yer aldı. Reklam sektöründe yazar olarak çalıştı. Çeşitli özel kurumlarda eğitmenlik, özel radyolarda kültür ve sanat programları, televizyon programlarında sanat danışmanlığı yaptı.

Edebiyat, fotoğraf kuramı, plastik sanatlar ve müzik üzerine yazıları ve eleştirileri birçok gazete ve dergide yayınlanan Merih Akoğul, 2003 yılının yaz döneminde Avusturya Başkanlık Sanat Dairesi tarafından verilen bursla çalışmalarını Viyana’da sürdürdü. Çeşitli müze ve özel koleksiyonlarda yapıtları bulunan Akoğul, 20 yıldır Türkiye’nin önemli üniversitelerinde fotoğraf dersleri vermektedir.

İstanbul Modern Müzesi Fotoğraf Bölümü Danışma Kurulu üyesi olan Merih Akoğul, aynı zamanda da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde eğitmenliğini sürdürüyor. 2010 yılından bu yana Eczacıbaşı Fotoğraf Sanatçıları Dizisi kitaplarının editörlüğünü yapıyor.

pastedGraphic.pngpastedGraphic_1.pngpastedGraphic_2.png

Paris-Photo

Paris-Photo fotoğraf fuarı, dünyanın en önemli fotoğraf galerilerinin yılda bir kez  bir araya gelerek dünyanın en iyi fotoğrafçılarının eserlerini gösterdikleri bir fuardır. Salon de la Photo ise yeni çıkan fotoğraf makinelerinin ve fotoğrafla ilgili araç gereçlerin sergilendiği ayrı bir fuardır. Aynı tarihlerde Louvre müzesinin altında Carousel denilen sergi alanında yapılan daha çok genç fotoğrafçıların işlerinin ve yeni akım işlerin sergilendiği FOTOFEVER sergisi vardır. Bu sergi-fuar daha çok fotoğraf koleksiyonerlerine yöneliktir. Bu gezinin amacı 2 gün boyunca bu sergileri Mehmet Ömür ve Merih Akoğul rehberliğinde gezmek ve  fotoğraf dünyasının nabzını elinize almaktır. İsteyenler ardından 3 günlük bir Paris sokak fotoğrafçılığı workshopuna katılabilirler. Bu workshop sokak fotoğrafçılığı için dünyanın en uygun noktalarından biri olan Paris’te bu konunun ayrıntılarını öğrenmek ve çektiğiniz fotoğraflardan birer portfolio ile evinize dönmektir. 5 gün boyunca fotoğraf soluyacağınız, fotoğrafla yatıp kalkacağınız bu gezinin en güzel tarafı da unutulmayacak anılar biriktirmek olacaktır.

Gezi 10 kişiyle sınırlıdır. iPhone veya DSLR makine ile katılım mümkündür.

Paris fotoğraf gezinizin başarılı geçmesi için aşağıda verdiğimiz program ayrıntılarını, gerekli araç ve gereçlerleri gelmeden önce okumanızı öneririz.

Gezinin yapısı;

Bu gezide hem sahada çalışacağız, hem de çektiğimiz fotoğrafları sınıfta değerlendireceğiz. verilecek ödevlerle akıllı telefonunuzdan veya DSLR makinenizden  elde edeceğiniz en güzel fotoğrafları çekecek hem de sokak fotoğrafçılığının inceliklerini öğreneceksiniz.

Gerekli malzemeler;

Bu geziye katılabilmek için bazı araç ve gereçlere sahip olmak mecburiyeti vardır. Tercihan bir iPhone veya başka bir akıllı telefon (android vs) veya DSLR veya

kompakt fotoğraf makinesi. Güç kaynağı ve kabloları. Akıllı telefonlar çok miktarda enerji harcadıklarından gezi sırasında sorun yaşamamak için güç kaynağı ve kablolarına ihtiyaç vardır. Notebook bilgisayar ihtiyacı yoktur. Ancak telefonunuzda hafıza sorunu yaşamamak için akşamları çekilen fotoğrafların bilgisayarınıza aktarılması iyi olabilir.

Kameralarınızın yeterli miktarda hafıza kartı ve pillerinin olması uygun olur. Telefonunuza Snapseed yüklü olması gerekmektedir. Bu aplikasyon fotoğrafların işlenmesi açısından gereklidir. Bu gezi de instagram’ın fotoğraf paylaşımındaki yeri ve güçü de konuşulacağından telefonunuzda bu aplikasyonun da yüklü olması gerekmektedir.

Gezi’den maksimum yararlanmak;

Bunun için fotoğraf makinenizin veya telefonunuzdaki kamera ve uygulamalarının temel fonksiyonlarını biliyor olmak yararlıdır. Eğitimciler sorularınıza cevap vermekten mutlu olacaklardır. Hiçbir soru küçük değildir. Sorular kapı açar. Kameranızı ve telefonunuzun kamerasını ne kadar iyi tanırsanız kompozisyon, ışık, fotoğrafta yaratıcılık konularına o kadar çok zaman ayırabilirsiniz.

Bu temelde Paris’te bir sokak fotoğrafçılığı eğitimidir. Uzunca bir süre yürümek gerekmektedir. 2-3 saate kadar varan yürüyüşler ve fotoğraf çekimleri söz konusu olabilir. Bazı fotoğraf çekim noktalarına ulaşmak için toplu taşıma araçlarını kullanmak gerekmektedir.

Fotoğraf okumaları ve fotoğraflarınızın yorumlanması;

Gezi ve workshop’un en önemli kısmı fotoğrafların okunması düzenlenmesi ve yorumlanması kısmıdır.

Sorularınız için [email protected] adresine mail atarak bilgi alabilirsiniz.

Kayıt sonrası gezi ile ilgili ayrıntılı bir mail alacaksınız. Workshop’un akışı  ve ayrıntılı programı bulacaksınız.

 

 

 

 

Parise yapacağımız fotoğraf gezisi öncesi katılımcı arkadaşlar için hazırladığım 6 mektupluk serinin birinci hemen altta…..

 

Sevgili Arkadaşlar,

Paris gezimize kadar olan süre içinde size 5-6 mektup yazma konusunda söz vermiştim.
Bazı katılan arkadaşlarımın ne kadar üst seviyede fotoğraf bilgisine sahip olduklarının farkındayım.
Umarım bu yazı onlara çok hafif gelmez.
Yazı sevabı ve günahı ile  tamamen bana ait bir derlemedir. Merih hocamız da gerektiğinde
beni düzeltecektir.  Konu içinde zaten tartışmaları barındırmaktadır. Fotoğraf dipsiz bir kuyudur.
Benim yorumlarım da bu tartışmaları alevlendirebilir.
Aslında fotoğrafta güzel olan da bence budur. Fotoğrafı her tarafından tutup tartışıp görüşlerimizi
değerlendirmek.
Hepinize sevgiler
İyi hafta sonları
Not: Yazıda Anders Peterson olarak geçen fotoğrafçı aslında Anders Petersen olacaktır. Teknik nedenlerden düzeltemiyorum.

SOKAK FOTOĞRAFÇILIĞI

Aşağıdaki derlemeyi Paristeki Gezi için hazırladım. Yazı içinde göreceğiniz bazı fotoğrafçı isimlerine tıklarsanız sizi o fotoğrafçı ile ilgili yazıya taşıyacaktır. Değişik kaynaklarda yararlandığım bu derlemede ağrılıklı olarak Eric Kim adlı sokak fotoğrafçısının makalelerinden yararlandım. Benim gibi sokak fotoğrafçılığında kişiyi seçimlerinde özgür bırakmaktan yana olduğu için onun yazılarına yöneldim. Makine seçiminde, lens seçiminde, alan derinliği seçiminde fotoğrafçı özgür olmalı diye düşünüyorum. Fotoğrafına konsantre olmalı, konusunu, hikayesini makinenin teknik özelliklerinin önüne koymalıdır. Yani fotoğrafçı teknolojinin esiri olmak yerine teknolojiyi kendine esir etmeyi bilmelidir. Teknikle uğraşmak yerine duygu yaratmaya  çalışmalıdır. Bu gezide biraz da bu yüzden iPhone’unuza güveneceğiz.

Temel kurallar

Sokak fotoğrafçılığı kişiden kişiye değişik yorumlanabilen karmaşık bir fotoğraf türüdür.

Sokak fotoğrafında insana dair bir iz olmalıdır. İnsanlarla çevresinin ilişkisini gösteren bir fotoğraf olmalıdır.

Fotoğraflar kurgu olmamalı, candid veya karar anı fotoğrafları olmalıdır.

Kamusal alanlarda çekilmiş olmalıdır.

Bir hikayesi olmalı veya vereceği bir mesajı olmalıdır. Çok uzaklarda toplu iğne başı kadar bir insan fotoğrafın manzara fotoğrafı olduğu izlenimi verebilir. Yakın fotoğraflar sokak fotoğrafı için daha uygundur.

Fotoğrafın içinde illaki bir insan olması şart değildir. İnsana ait bir şey de olabilir. Yere düşmüş bir eldiven, bankta unutulmuş bir gazete de makbuldür.

Sokak fotoğrafında illaki sokak olması da şart değildir. Bir plaj veya başka bir yer de olabilir. Trafik, arabalar, binalar, manzaralar, heykeller, köprüler, uzun pozlama ile çekilmiş gece araba stop ışıklarının oluşturduğu ışıkla boyama fotoğrafları sokak fotoğrafı sayılmazlar.

Evsiz barksızların fotoğrafları çekilirken çok dikkatli olunmalıdır, çünkü bu durum çoğu evsizin arzu ettiği bir durum değildir dolayısı ile onların özeline girmek doğru olmayabilir. İletmek istediğiniz mesajı böyle bir durumda çok iyi değerlendirmeniz, düşünmeniz gerekebilir. Bazı durumlarda onun fotoğrafını çekmek yerine önüne ona yardımcı olabilecek bir kaç kuruş bırakmak insani açıdan daha değerli olabilir.

Bana göre sokak fotoğrafçılığını tek yolu yoktur.

Sadece sokakta çekilmesi gerekli olmadığını söylemiştik. Havaalanı, alışveriş merkezi, park, otobüs, metro, doktor muayenehanesi veya bakkalda da çekilmiş olabilir.

Bazıları candid yani izin alınmadan ve çektiğiniz kişinin haberi olmadan çekilmiş olmasını beklerlerken biz bunun da şart olmadığını düşünüyoruz.

İzin alınmadan çekilen bir fotoğrafın izin alınarak çekilen bir fotoğraftan daha  üstündür diye bir kural olmamalı diye düşünüyoruz. Önemli olan fotoğrafın içindeki heyecan, duygu, insani durum ve ruhdur. Fotoğrafın temel kuralları vardır ama fotoğrafta herşey kurallar üzerinden işlememlidir. Özgürlüğe denemeye, uçlar arasında dengeye, yaratıcılığa da yer olmalıdır.

Sokak Fotoğrafı için en uygun fotoğraf makinesi hangisidir?

Sokak fotoğrafçılığı için uygun alet küçük, kompakt ve her zaman yanınızda olabilecek bir makine olmalıdır. Ayarları kolay olmalı çekerken ayarlarla uğraşmak zorunda kalınmamalıdır. Dikkati çekmemeli, insanları rahatsız etmemelidir. Gözünüzün ve elinizin uzantısı olmalıdır. İnsanlara kolayca yaklaşabilmenizi sağlayan bir makine olmalıdır. Cebinize sığmalıdır. Bu bir akıllı telefonun kamerası olabilir, kompakt bir makine olabilir, çek-at tipi basit bir makine olabilir veya DSLR, aynasız veya mikro 3/4 de olabilir. Karar sonuçta sizindir. Sizi yansıtan bir makine olmalıdır. Sizi tamamlamalı ama ayarları ile sürekli uğraşmak zorunda bırakıp sizin geri kalmanıza neden olmamalıdır. İşte bu yüzden biz Paris fotoğraf gezisinde sokak fotoğrafçılığında iPhone konforunu tanıyabilmek amacı ile iPhone ile gezmeye karar verdik. iPhone telefonunun kamera özellikleri, kamera aplikasyonları, ve Snapseed ile ilgili bilgiler daha sonraki maillerden birinde size gelecek.

Sokak fotoğrafçısının lensi ne olmalıdır.

35 mm lens veya 28 mm lens genelde sokak fotoğraf için tercih edilen lenslerdir. yeterince geçiş açı sebebiyle yüzünüze yaklaştırdığınızda bile konuya hakim olursunuz. Fiks lens mi? Teleobjektif mi? Zoom mu?

Fiks lensler sokak fotoğrafçılığında tercih görür çünkü sizi belirli bir çerçeveden görmeye zorlar. Böylece sınırlarınızı zorlayarak yaratıcılığınızı geliştirirsiniz.

Neden zoom yapılmamalı?

Çünkü zoom perspektifi bozar, konuları üst üste bindirir ve yassılaştırır. Sizi olaydan uzaklaştırır. Oysa geniş açı ile çektiğinizde olayın içine girersiniz . Fotoğrafınıza bakan kişi de kendisini olayın içinde hisseder. Geniş açı lenslerin f değerleri de düşük olduğundan daha aydınlık lenslerdir dolayısı ile az ışıklı karanlık ortamlarda da örneğin gece fotoğraf çekme imkanı verirler. Bu lensler telefoto lenslere göre daha keskin ve daha ucuzdurlar, daha hafif ve küçüktürler. Tele lenslere göre sizi daha az yorarlar. iPhoneların lensleri fiks lensdir. f:1,8 dir. Ve 29 mm ye tekabül eden fokal mesafeleri vardır. Bu nedenle yukarıdaki şartların hemen hepsini bünyelerinde taşırlar.  50 mm lensler sokak fotoğraflarında kullanılabilir ancak sınırlayıcıdırlar. Günümüzde sokaklar çok kalabalık olduğundan açı dar kalır ve konuyu kadraja sığdırmakta sorun yaşarsınız. Ünlü fotoğrafçı Henri Cartier Bresson yaşamı boyunca 50 mm ile fotoğraf çekmiştir, çünkü o dönemlerde sokaklar daha sakindi. Sadece Hindistan gezisinde sokaklar çok kalabalık olduğu için 35 mm kullanmıştır.

Daha geniş açılar kullanılabilir mi? Kullanılabilir ancak 28 mm, 17 mm gibi daha geniş açılı lenslerd alan geniş olduğundan konunuza kadrajda daha çok yer verebilmek için iyice yaklaşmanız gerekebilir. 35 mm ile iki kol mesafesi yaklaşmak uygun iken 28 mm ile neredeyse tek kol mesafesi kadar yaklaşmanız gerekecektir. 21 mm ve balık gözünde sorun daha da artacaktır.

Normal koşullarda herkes değişik açıları denemeli kendisine uyan bir lens seçmelidir. Ancak seçimi yapıldıktan sonrada sürekli o lensle çalışmakda yarar vardır. Ayrıca sokak fotoğrafçılığında lensinize karar verdikten sonra değişmeyen lensli bir fotoğraf makinesine geçmek daha akıllıca bir iş olacaktır. Makinenizi, lensinizi seçtikten ve bunları sabitledikten sonra yaratıcılığınıza konsantre olma şansını yakalarsınız. Yoksa sahada sürekli lens ayarları vs ile uğraşmaktan fotoğrafa ilginiz düşecektir. Oysa biz iPhone’un fiks 29 mm lensi ile çalışacağımızdan bu sıkıntılardan uzaklaşmış olacağız. iPhone’un mühendisleri tüm bu teknik ayrıntıları bizim için düşünmüş ve ideal şartları bize sunmuşlardır. Bize tamamen yaratıcılığımızı kullanma, konuya ve sokağa konsantre olma şansını vermişlerdir.

Sokak fotoğrafçılığında netlik..

Sokak fotoğrafçılığında netlik konusu bana göre abartılıdır. Her yerin net olması gibi bir kural olmasa bile çoğu ekoller bunun üzerinde fazlasıyla dururlar. Oysa dünyanın en iyi sokak fotoğrafçılarından kabul edilen Henri Cartier Bresson bile “ Netlik bir fransız burjuvazi sorunudur” demiştir. Japon fotoğrafçı Daido Moriyama’nın fotoğraflarına bakalım. Çoğu netsiz grenli fotoğraflardır. Ama öylesine duygu yüklüdürler ki en net fotoğrafı size unutturabilirler. Daido Moriyama yaşamı boyunda fotoğraflarının çoğunu filmli çek at makinelerle yapmıştır.

Sokak fotoğrafı denilince Daido Moriyama dışında  Anders Peterson, and Jacob Aue Sobol un fotoğraflarına bakmak gerek  Renkli de ise Alex Webb, Steve McCurry, Martin Parr, Stephen Shore, William Eggleston, ve Joel Sternfeld inceleyin derim.

Alex Webb Magnum fotoğrafçısıdır ve İstanbul konulu ve  aynı adı taşıyan bir sokak fotoğraf kitabı vardır.

Öneriler

Korkularını yenin.

Kendi tarzınızı yaratın.

Sokak fotoğraflarının % 99 u çöptür.

Bir tarzdan sıkılırsanız değiştirin.

Çok yürüyün, daha çok yürüyün.

Seyahat edin.

Tutkularınızın peşinden gidin.

Işığı bulun.

Proje bulun, uygulayın.

Kadrajınızı doldurun, kadrajınızı temiz tutun.

Kadrajınızda katman yaratın, ön orta ve arka planlarda

birşeyler oluyor olsun (Katman).

Gözünüzü radar olmaya alıştırın.

Değişik fırsatları kollayın.

“Dünyayı tam da olduğu gibi göstermek mümkün değildir”

ROBERT DOİSNEAU

İkinci Dünya Savaşı sonrası Paris’i fotoğraflayan sanatçılarla ilgili yazı serisine, bu kez ‘sıradan insanların, sıradan anlardaki, sıradan davranışlarını’ tesbit eden ünlü bir fotoğrafçıyla  devam etmek istedim.

Robert Doisneau, hakkında hayli yazılmış, spekülasyon yapılmış bir Fransız fotoğrafçısı. 68 yıl boyunca hiç bilet almadan dünyanın en güzel görüntülerini  bedavaya seyreden, arada bir de, fırsat çıktığında, bir “görüntü saklayan kişi’ olarak tanımlıyor kendisini. Böylece yılların nasıl geçtiğini anlamamış. Bazı eleştirmenlerin olumsuz yaklaştığı hümanist fotoğrafçılığın önderlerinden Robert Doisneau, kim ne derse desin, fotoğraf tarihine, hepimizin hayranlıkla seyrettiği ölümsüz kareler bırakmıştır.

Doisneau’nun karelerinde duygular, espri anlayışı ve şiirsel yaklaşımın uyum ve bütünlüğü öne çıkar.

Şiirsel yaklaşımı, Jaques Prevert’le arkadaşlığın da anlamlı kılar.

1912’de Paris yakınlarında Gentille ‘de doğar. Ölene kadar Paris banliyösünde yaşar. Mesleğe litografi ile atılır, desinatörlükten fotoğrafa geçişi kısa sürede olur.

Utangaç bir kişiliğe sahiptir. Ünlü fotoğrafçı  Andre Vignean’nın yanında asistanlığa başlar. Ustasının teorilerden yararlanır. Döneminin Kertesz, Man Ray, Brassai gibi fotoğrafçıların çalışmalarından çok etkilenir. 1932’de ilk makinesi Rolleiflex ‘e sahip olur. Önce Paris ve banliyölerinde çocuk ve insan fotoğrafları çekmeye başlar. Utangaçlığı, konulara ve kişilere mesafeli duruşu arka plana önem kazandırır. Excelsior gazetesinde yayınlanan bir dizi bit pazarı fotoğrafı ile güzel bir çıkış yakalar. Ardından askerlik ve Renault fabrikasında fotoğrafçılık işleri gelir. O yıllarda evlenir ve işe sık sık geç kalma nedeniyle kovulur. İtaatsizliğin yaşamsal bir işlev olduğunu düşünmektedir. Bu yaklaşımı ona işini kaybettirmiş, ama sanat dünyasının kapılarını açmıştır. Fotoğraf ajansı Rapho ile çalışmaya başlar. Savaş yılları kötü geçer. Napolyon kartpostalları satarak geçimini temin eder. Direnişçilere sahte belge düzenlemek de kazanç kapılarından biridir. Bu arada bu dönemi simgeleyen bir kaç kareyi de fotoğraf tarihine armağan bırakır. Örneğin ‘Düşmüş at’ fotoğrafı günün koşullarını çok güzel göstermektedir. Paris’in kurtuluşu sonrasında Doisneau yayından kurtulmuş gibi fotoğraf çekmeye başlar. Bu çalışmaları Henri Cartier Bresson ve Capa’nın kurduğu ADEP veya Alliance Photo adlı ajansa kabul edilmesine yardımcı olur.

Bu dönemde Paris’te, habere acıkmış halka hitabeden 34 günlük gazete yayımlanmaktadır. Bu da çok sayıda fotoğraf ve ilustrasyon ihtiyacı demektir. Bu dönem fotoğrafcılığına, diğer incelediğimiz ve inceleyeceğimiz fotoğrafçılarda da göreceğimiz bazı özellikler damgasını vurur: Hümanizm, şiirsellik ve optimizm.

Brassai ve Willy Ronis’i bünyesinde bulunduran Rapho ajansına geçer. Le Point dergisi için çalışır. Braque ve Picasso gibi ünlülerle fotoröportajlar gerçekleştirir. Çok sabırlı bir yapısı vardır. Banliyösünde mucize anlar bekler ve yakalar. Biz de bugün o güzel fotoğrafları büyük bir zevkle izliyoruz. 15 sene boyunca biriken bu fotoğraflar güzel bir kitaba dönüşür. Aragon bu fotoğrafları ‘populist’ diye damgalar. Oysa bu fotoğraflar diğerlerinden farklıdır.

Doisneau’nun Paris’i

Robert Doisneau savaş sonrası gece hayatı ve marjinal kesimle tanışır. Bir taraftan şehir hayatını fotoğraflarken diğer taraftan Paris’te moda fotoğrafçılığından para kazanmaya başlar. Moda fotoğrafçılığı burjuva kesimini ve tanınmış kişileri daha yakından tanıma fırsatı verir. Geceleri Saint-Germain ve Montparnasse’de dolaşır. Arkadaşları Greco, Dubuffet, Albert Camus, Brassens, Simone de Beauvoir olmuştur. Life dergisinin Rapho ajanstan istediği bir seri fotoğraf Doisneau’nun hayatını iyice değiştirir. Tüm fotoğrafseverlerin yakından tanıdığı ‘Le Baiser’ (Öpücük) adlı fotoğrafı çeker. Bu, milyonlarca kez çoğaltılmış bir fotoğraftır. Paris Belediye Saray’ını arka plana alan romantik bir Fransız genç çiftinin öpüşürken  bir kafeden çekilmiş bu fotoğrafın da ilginç bir öyküsü vardır. 1950 yılında çekilmiş bu fotoğraf aleyhine 1993’te dava açılır. Denis ve Jean Louis Lavergne adlı çift Doisneau’yu özel yaşama tecavüz gerekçesiyle mahkemeye verir. Dava kısa sürede düşer. Çünkü Doisneu bu fotoğrafın kurmaca olduğunu mahkemede kanıtlar. Tabii ki bu durum Doisneau’nun  fotoğrafçı olarak prestijini sarsar, ama bu fotoğrafın satışlarında  patlama yaşanır.  Bir orjinalini hediye ettiği fotoğraftaki  genç kız Françoise Bornet de, elindeki fotoğrafı müzayedeye koyarak 150.000 euroya satar.

Benzer fotoğraflar Paris serisi olarak Fransa ve Amerika’da büyük başarı yakalar. Otantik dekorlar önünde sıradan yaşamın görüntüleri insanların çok hoşuna gitmiştir. Paris bu görüntülerle hayalleri süslemeye başlamıştır. Bu başarıyı fotoğraflarının Ronis ve İzisin fotoğraflarının yanında sergilenmek üzere New York Modern Sanatlar Müzesi’ne kabulü takip eder.

1955’te Paris Jacque Prevert’in önsözünü yazdığı gece hayatı görüntülerinden oluşan ‘Le vin des rues’ adlı kitabı yayımlanır. ‘Le Rectangle’ adlı grubun ardından ‘Onbeşler’ grubunun kurucu üyesi olur. 1952’de dünyayı dolaşan Edward Steinchen’in sergisinde de fotoğrafları yerini bulur. 60’lı yıllarda foroğraf sanatında bir çökme yaşanır. Dekoratif fotoğraflar ön plana geçmiş, sergiler kitaplar iyice azalmıştır. Televizyonun yaşama girmesi de fotoğrafı olumsuz etkilemiştir. İhtisaslaşmış genç fotoğrafçılar, Doisneau ve arkadaşlarının dönemini kapatmışlardır. Bundan sonraki dönemde Doisneau yine Paris sokaklarında sürtmeye devam eder, ama karanlık yılların önüne geçemez. Eşinin hastalığı 60’lı yılları çekilmez hale getirmiştir. 70’li yıllarda önemli bir çıkış yakalar. Halen Fransa’nın en önemli fotoğraf etkinliği olan, tüm ağustos ayı boyunca süren ‘Renconrtes d’Arles’ı Lucien Clergue ile birlikte yaşama geçirir. Bundan sonra şans yine Doisneau’dan yana döner. Yeni kuşaklar onu ve fotoğrafçılığını tanımak istemektedir. Sergiler kitaplar ününe ün katar, mediatik olur. Milyonlarca satış yapan fotoğraflartan bir başarı öyküsü oluşturur. Cavanna’nın metinleriyle yayınladığı ‘Parmaklarında mürekkep’ adlı kitabı bir fotoğraf kitabında görülmemiş satış rakamlarını bulur: 300.000.

Tüm bu başarılar Doisneaunun mütevazı kişiliğini değiştirmez. O hala, “Çok sevdiğim bu küçük dünyadan birkaç anı bırakmak istemiştim” demeyi sürdürmektedir. 90’lı yıllarda tekrar karamsarlık kaplar bünyesini, “Paris değişti, fotoğraf çekene şüpheyle bakılmaya başlandı, sihir bitti, içim sıkılıyor” demeye başlar. Ama bu durum kendisine gösterilien ilgiyi azaltmaz. Tv’de röportajlar, hakkında yapılan fimler sürer gider. Sabine Azema ‘Bonjour Monsieur Doisneau’ adlı filmi çeker. Bu arada sinemayla da ilgilenir Doisneau,

François Truffaut ile birlikte  ‘Piyaniste ateş edin’, Bertrand Tavernier ile birlikte ‘Un dimanche a la campagne’ adlı filmleri yönetir.

“Bir dünya düşlüyorum, insanların sevimli olduğu, bana sevgiyle baktıkları. fotoğraflarım da böyle bir dünyanın var olduğunu göstermeyi amaçlamıştır hep. Bu fotoğraflar hem objektif hem de sübjektiftir. Tabii ki dünyayı tam da olduğu gibi göstermek mümkün değildir” dedikten bir süre sonra, 1 nisan 1994’te bu dünyadan göç eder.

Izis’in Trajedisi

Izıs’ın eserlerinde şiirsel bir hüzün gözlenmektedir. Daha çok portre ve şehir fotoğrafçılığı üzerine yoğunlaşan Izis..

Izıs’ın eserlerinde şiirsel bir hüzün gözlenmektedir. Daha çok portre ve şehir fotoğrafçılığı üzerine yoğunlaşan Izis fotoğraflarını şöyle yorumluyor: Benim fotoğraflarıma gerçekçi değil diyorlar. Gerçekçi olmayabilir ama bunlar benim gerçeklerim.

1951 yılında New York MOMA” ya Henri Cartier Bresson, Robert Doisneau, Willy Ronis ve Brassai ile birlikte davet edilip Fransız  fotoğrafı ile ilgili sergide eserleri sergilenen bu Paris fotoğrafçısı ne yazık ki bu yıla kadar gölgede kalmış ve diğer 4 Paris fotoğrafçısı kadar tanınamamıştır. Paris”de Hotel de Ville”de retrospektif bir sergisi ile tekrar gündeme gelmiştir.

20 yıl Paris-Match dergisinin foto muhabirliğini yapmış, fotoğraf kitapları yayınlamıştır. 13 yaşında doğum yeri olan Litvanya”da okuldan ayrılıp bir fotoğrafçıda çırak olarak işe başlamıştır. Esas ilgisi resim olup 1931 yılında 19 yaşında empresyonistlerin şehrine bir kelime fransızca bilmeden, cebinde bir kuruşu ve pasaportu olmadan gelmiş ve Romantik Paris”in 1950’ li yıllarının en güzel fotoğraflarını çekmiştir. Geri planda kalmış olmasının en önemli nedeni kişisel trajedisi olsa gerek.

Bir kardeşini ve ailesini Litvanya”da bırakmış ve onların Yahudi soykırımına uğradığının haberi ile yıkılmıştır. Kendisi de karısı ve çocuğu ile 2.Dünya Savaşı sırasında Nazilerden canını kurtarabilmek için oradan oraya sürüklenmiştir. Direnişe katılmış, direnişçilerin portrelerinden eşsiz bir seri hazırlamıştır.

Savaşın hemen ardından Paris”e dönmüş, bir stüdyo açıp Paris Match dergisinde çalışmaya başlamıştır.

Esas adı Izraelis Binderman olan Izıs”ın eserlerinde şiirsel bir hüzün gözlenmektedir. Daha çok portre ve şehir fotoğrafçılığı üzerine yoğunlaşan Izıs”ın 1963 “te Chagall” i opera binası tavanını resimlerken fotoğraflayacak kişi olarak seçilmesi o yıllarda çeşitli tartışmalara yol açmıştır. Chagall dışında, en bilinen fotoğrafları arasında ” Sen nehri aşkları ” , Albert Camus, Colette Rolam Petit , “Sokakta oynayan çocuklar ” Kraliçe Elisabeth” in 1953 taç töreni fotoğrafları vardır.

Kitap haline getirdiği 1952 de Israil”in yapılanmasını belgelemek için gittiği seyahat fotoğrafları da başarılı fotoğrafçılığına örnektir.

“Benim Paris”im ne modern ne eski Paris”tir, Benim Paris”im Romantik 1950 li yılların Rüya Paris”idir ” demiş ve 1980 yılında Paris”te yaşama veda etmiştir.

Jacque Prevert”le iyi bir arkadaşlığı olmuştur. Prevert, kitaplarına makaleler yazmıştır. Hayalci bir yapısı olan Izis”in en sevdiği konulardan biri de “sirkler” olmuştur. Paris” i neden seçtiğine gelince “Paris benim ilham dünyamı kamçılıyor. Bana göre her şey Paris” te olmaktadır. Bize hayal kurduran özgürlük, eşitlik, kültür hepsi Paris”tedir.”

Bir süre Sigma ajansın yönetiminde olan oğlu Manuel Bidermanas”ın küratörlüğündeki  “Izis, rüyalar şehri Paris”  sergisi halen Paris”te görülebilir. Sergide 1950″ li yılların Paris”inin çok sıcak insancıl fotoğraflarını göreceksiniz.

Izis, “benim fotoğraflarıma gerçekçi değil diyorlar. Gerçekçi olmayabilir ama bunlar benim gerçeklerim” demiştir. Bu sıralar Paris”e gidenlere öneririm, sergi Haziran”a kadar devam edecek.

Sokağın şairi

Willy Ronis

 

Her nedense, Paris sokaklarını İkinci Dünya Savaşı sonrası fotoğraflayan ve modern fotoğrafa yön veren fotoğrafçılar ilgimi çekiyor. Çok değişmeyen Paris sokaklarında onların izlerini sürmeye çalışıyorum her fırsatta. Kertesz, Brassai, Henri Cartier Bresson, İzis, Doisneau, Robert Capa, Latrigue, Atget gibi Paris fotoğrafçılarında bir gizem buluyorum.

 

Willy Ronis de onlardan biri. Paris 1910 doğumlu Willy, Yahudi bir ailenin çocuğudur. Babası Ukranya’nın Odessa kentinden, piyanist annesi ise Litvanya’dan göç etmiştir. 1945 yılında Rapho Ajans’ta profesyonel olarak hayata atılır. Life ve Time gibi dergilere fotoğraf verir. Fotoğrafa susamış Ronis’in çalışma arkadaşları Brassai, Doisneau gibi isimlerdir. Fotoğrafhanesi olan babası, Willy’ye 16 yaşında ilk makinasını hediye eder. O da yeni oyuncağı ile kendi fotoğraflarını ve akrabalarının fotoğraflarını çekmeye başlar. 22 yaşında babası hasta düşünce fotoğraf stüdyosu istemeden kendisine kalır. Ronis aslında kompozitör olmak istemektedir. Babasının uğraştığı sıradan ticari fotoğrafı hiç sevmemiştir. Fakir insanların gündelik yaşamlarını kaydededen Amerikalı Walker Evans gibi fotoğrafçılar onu cezbetmiştir. Konu onun için fotoğraftan daha önemlidir. Sahalarda ve sahnede olmayı sevmektedir. İşçi gösterilerini çekmeye bayılır. Bu arada babası ölür dükkan batar ve başka mahalleye taşınmak zorunda kalırlar. O andan itibaren free lance fotoğrafçı olarak çalışmaya başlar. İkinci Dünya Savaşı öncesi toplumsal hareketleri fotoğraflar.

İlk sattığı fotoğraf bu gösterilerden birinde yakaladığı bir kız çocuğu fotoğrafıdır. İlk kazancıyla bir Rolleiflex alır ve değişik dergi ve gazetelere röportajlar yapmaya başlar. Kertesz, Brassai, Henri cartier Bresson ve Robert Capa ile tanışır ve dost olur. Savaş sırasında Almanlar rahat fotoğrafcılık yapmasına izin vermezler. O da Primptemps magazalarına reklam fotoğrafları çeker.

Yahudi olması nedeniyle savaşta kendisini emniyette hissetmediği Paris’ten uzaklaşıp Nice’e gider. Orada ünlü şair Jacques Prevert ile dostluk kurar.

Savaş sonrası hemen Paris’e döner. Fotoğrafa adeta susamıştır. Esirlerin dönüşünü, özgürlük gününü fotoğraflar. Robert Doisneau ve İzis le birlikte humanist fotoğraf akımının öncüsü olur. Çok sayıda röportaj yapar ve sergi açar. Kitaplar yayınlar. Arkadaşı Robert Doisneau ile birlikte `15`ler Grubu` kurar. Bu grup, fotoğrafın sanat olarak icrasını ilke alan bir fotoğrafçılar birliğidir.

Yavaş yavaş Paris’in günlük yaşam sahnelerini fotoğraflamaya başlar. Sevinçler, üzüntüler aşk sahneleri ana temalar haline gelir. Fotoğraflarının derinlerinde politik bir bilinç hissedilir. Komünist düşünceye yakın olduğunu saklamaz.

Fransa’nın sanayii ve ekonomik gelişimi sürmekte, Fransızların yaşamı da buna paralel olarak değişmektedir. Bu gelişmeler Willy Ronis’e düşüncelerini yeniden sorgulatır ve kendini Fransa’nın güneyine atar. Ama bu kaçış sınırlı olacak, Paris’e “gel git”ler belirli aralıklarla devam edecektir. Her Paris’e gelişi de bir seri fotoğrafla kendisini gösterir.

84 yaşında paraşütle atlar ve bu sırada fotoğraf çeker. 91 yaşında bir seri nü fotoğrafı çektikten sonra fotoğrafçılık sayfasını kapattığını açıklar. 2009’da 99 yaşında hayata gözlerini yuman sanatcı etik kurallara çok değer vermiştir. Life dergisi, röportajının fotoğraf altlarını kendisinin yazmasına olanak tanımadığında, o dergi ile bir daha çalışmama kararını gözünü kırpmadan verme cesaretine de sahiptir. 95’inci yaşı için ve ölümünden bir yıl sonra 2010 içinde çok büyük iki sergi ile Paris’te onurlandırılımıştır. Birinci sergisini 500 bin kişi gezmiştir. Willy Ronis’in belgelerini, albümlerini, negatiflerini, basılmış işlerini ve diğer tüm malzemelerini Fransız kültür bakanlığı koruma altına almış ve fotoğrafçılık tarihi için araştırmaya açmıştır.

Willy Ronis 20’nci yüzyılın en büyük hümanist fotografçılarından biridir. Işıklar içinde yatsın.

 

http://www.blurb.fr/books/1654670-ripple-marks

http://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-yalcin/omursunuz-mehmet-bey,17588

Ömür’sünüz Mehmet Bey

“Doktorlar renkli insanlardır… Arada bir doktorluk yaptıkları da görülür!” Zihnimde böyle kalmış ama hafızama güvenmeyip bir de internete bakıyorum. Hay Allah! Meğer doğrusu “Tıbbiyeden arada bir doktor da çıkar”mış. Yine de benim versiyonum galiba daha iyi.

Deyim, kürsüdeki orta yaşlı, gözlüklü ve sevimli adamı izlerken aklıma düşüyor. Çivit mavisi gömleğine civciv sarısı, geometrik desenli bir kravat takmış. Hem resmî, hem şakacı bir görünümde. Şarabın peşinde gezdiği bağların harika manzaraları perdeye yansıtırken, “Bordo seyahatimizde iki düzine kadar şatonun tokmağını kaldırdık” diye anlatıyor. Gözümde ortaçağdan kalma dev kapıların gülle gibi tokmakları ve onları “tok, tok, tok” diye kapıya vuran insanlar canlanıyor. Çocuksu bir keyif duyuyorum. Ardından şarapla ilgili aldığı önemli bir dersi aktarıyor: “Bir gün Paris’te yol uzayınca taksi şoförüyle sohbete daldık. Kendisine en sevdiği şarabı sordum. Biraz durdu, yüzü ciddileşti, ‘Şarap şakaya gelmez mösyö!’ dedi. Biraz daha düşünüp tavsiyelerini sıraladı. Bazılarını denedik, harikaydı…”

Gusto Şarap Kulübü’nün sezon finalinde “Prof. Dr. Mehmet Ömür’le Bordo Şarapları” tadımına konuk ettiğimiz ünlü Kulak-Burun-Boğaz uzmanı, bize zamanın nasıl geçtiğini hissetmediğimiz iki keyifli saat yaşatıyor. Buluşmamıza vesile olan Bordeaux Şarap Güncesi kitabını tüm üyeler için tek tek imzalıyor, bir yandan da şarabın başkentinde yaptığı gezilerden anılarını, izlenimlerini paylaşıyor.

Ünlü Kulak-Burun-Boğaz uzmanı Mehmet Ömür, fotoğrafçılıkta da usta

“Şarap sakal gibidir: Keserseniz, daha gür çıkar…”

Mesleğinin önemli adlarından bu renkli hekimle, 2000’lerde tanışmıştık. O zamanlar Tempo dergisinde naif şarap yazıları yazıyor, benim biraz katı gerçekçi bir gazetecilikle ele aldığım bu dünyayı daha keyifli ve renkli bir dille yansıtıyordu. Zaten bu yazıları topladığı ilk kitabının adı da, Kadehteki Aşk: Şarap’tı. Bazı cümlelerini şimdi bile hatırlıyorum. Şarapçılığımızın baskı altına alınmasıyla ilgili, “Şarap sakal gibidir: Kesersiniz, daha gür çıkar.  Asmaların doğasından gelen bir özelliktir bu. Budarsınız, üzümün kalitesini ve toprağın verdiği güzel tadları arttırırsınız” diyordu. Bir başka yazısında da iki hobisini birleştiriyordu: “Şarapla ve fotoğrafla uğraşmak insanlara belirli bir olgunluk kazandırır. ‘Feylesof yapar’ dersek abartmış olmayız. Her iki konunun da kuralları vardır ama daha iyiyi ve farklıyı bulabilmek için insanlar bu kuralları kırıp, daha ilginç ve yaratıcı sonuçlara gitmeye uğraşır…”

Sık sık tadım ortamlarında buluştuğumuz Mehmet Ömür, bu yıllarda şarap tutkusunu büyütürken bir başka hobisini de geliştirdi, fotoğrafçılıkta ilerleyip ustalaştı. Kapadokya’da çektiği müthiş siyah-beyaz fotoğrafları dev bir kitapta topladı, bunlarla da yetinmeyip muayenehanesinin kapısında kuyruklar varken Fransa’ya fotoğraf okumaya gitti. Derken gelişen teknolojiyle fotoğraf tutkusunu evlendirdi, iPhone ile ilginç fotoğraflar çekmekte uzmanlaştı, bunlarla ilgili kurslar bile açtı. Kimi İstanbul’da, kimi Paris’te, kimi de Bozcaada’da açtığı 12 fotoğraf sergisinde de hobisinin ürünlerini binlerce kişiyle paylaştı.

Egzantrik bir insanın fotoğrafı da egzantrik olmalı...

Yaş 65, yolun yarısı eder…

Tıpla ilgili üç kitabının yanı sıra bu kez hastalara yönelik esprili üslûplu Horlama Kitabı’nı, ardından şiir kitabı Oyuncaşkçı’yı, sonra da Paris’le ilgili PARİS 100 Lezzet Durağı kitaplarını çıkardı. Paris restoranlarını anlatırken bu kente torpil geçmiyordu, nitekim hemen ardından Fransızca İstanbul Restoranları Rehberi’ni yayınlayarak dengeyi sağladı.

Bunlar olurken şarabı da ıskalamıyordu renkli doktor. Sevdiği Bordo şaraplarının peşinden bu kentin bağlarına gidiyor, şato şato geziyordu. Uluslararası toplantılarda dünya hekimlerine şarapçılığımızı tanıtmak için İngilizce ve Fransızca kitapçıklar bile bastırdı.

Büyük boyutlu, Damla Esen’in şirin çizimleriyle bezenmiş “Bordeaux Şarap Güncesi” ise, şarap tutkusunun taçlandığı eseri oldu. Bu arada üniversiteyi de okuduğu Paris’e yerleşti, hekimliğe ayırdığı zamanı iyice azalttı.

Gırtlağımıza kadar günlük siyasete boğulduğumuz şu günlerde, Mehmet Bey gibi kerli ferli, adının önünde Profesör gibi ağır bir unvan taşıyan 66 yaşındaki bir aydınımızın bazılarına hafif gelebilecek ütopyalarının peşinden cesurca gitmesi, etrafın ne dediğini umursamadan “kendini gerçekleştirmesi”, doğrusu içimi ferahlatıyor… Mehmet Ömür’ü izlemek yaşama sevincimi arttırıyor, başka dünyaların da var olduğunu hatırlatıyor.

Ve dilimin ucuna, başlıktaki cümle geliyor. Ömür’sünüz Mehmet Bey!