Ray Charles’ı severiz ama Charles Ray’i de sevdik…
Ray Charles’ı severiz, Charles Ray’i de severiz. İkisinin de yeri ayrıdır. Fransa bu yıl Amerikalı sıradışı heykeltraş Charles Ray’e sanat ortamında özel bir yer açtı ve aynı anda Paris’in iki en önemli Çağdaş sanat merkezinde yer verdi. Biri Pompidou Merkezi. Diğeri ise özel bir Sanat merkezi ve yeni açılıp çok ses getirdi. Bourse de Commerce Pinault Kolleksiyonu, Çağdaş Sanat Müzesi olarak anılıyor. Bu iki müzede heykeltraşın eserleri 6 Haziran ve 20 Hazirana kadar izlenebilecek.
1953’te Chicago’da doğan halen Los Angeles‘ta yaşayan bu sanatçı kuşağını etkileyen sayılı sanatçılardan biridir. Üniversitede sanat tarihi okudu. Estetiği Kanadalı hocası heykeltıraş Roland Brener’den öğrendi ve Konstrüktif akımı tanıdı. Önceleri kendini soyut sanata ve minimalist enstalasyonlara adadı. 1971 yılında ilk sergisini açtı. Yaşamı boyunca sürekli “Heykel nedir?” sorusunu kendisine sormuştur. Antik yunan heykellerinden bugünkü çağdaş heykellere kadar sürekli bu sorunun cevabını aramış ve kendince bir dizi cevaplar da vermiştir.
1990’ların başında, Charles Ray insan figürünü kendince geliştirdi.
ilk otoportresinde olduğu gibi, özellikle kendi vücudunu fotoğrafladı ve modellemelerle heykele çevirdi.
Yaşamı boyunca çok fazla üretmedi ama bir eser üzerinde yıllarca çalıştığını düşünürek sadece 100 kadar eser üretmiş olmasını anlayabiliriz. Paris’te şu sıralar ismini yukarıda saydığımız 2 müzede toplam 40 kadar eseri sergileniyor. Bu iki sergiyi gezmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Çünkü sanatçının ilk eserlerinden daha yeni eserlerine kadar bütün yelpaze mevcut.
Charles Ray kendisini bu dünyadan birisi gibi görmemektedir. Çok uzaktan geldiğini düşünmektedir. Ancak evrende insandan başka yaratık ve medeniyet olduğuna inanmamaktadır.
İnsanoğlunun bu evrende tek ve yalnız olduğunu savunur.
Bu düşüncelerini yaşadığı bir olay bağlamında şöyle dillendirir.
“Yıllar önce Michigan’da gölün kenarındaki bir plajda yürüyordum henüz erişkin değildim. Az miktarda LSD almıştım. Bu gölde su çok oğuktur, ışık çok güçlüdür. Göl ve kenarları arasında keskin bir çizgi vardır. Ben suyun kenarında yürüyordum batıda ufuk çizgisinin üstünde bir daire ve bir obje gördüm öğlen saat 14:00 gibiydi. Ortalık berrak ve ışıklıydı. Bu dairevî obje çok hızla yaklaşıyordu ama boyu hep aynı kalıyordu. İlk başta 25 kuruşluk bir bozuk para büyüklüğündeydi ama yaklaştığında da aynı büyüklükteydi. Tam iki gözümün arasında doğru yaklaşıyordu ve birden durdu. Size yemin ederim içinde bazı gölgeler, siluetler vardı. Aniden durdu 90° döndü ve bir anda güneye doğru gitmeye başladı. Ses duvarını aştı ve yok oldu. Ben yoluma devam ettim. Daha sonra karşıma kocaman gözlü, parıltılı elbiseleri ve elinde lazer tabancası olan bir yaratık çıktı. Bana doğru geldi ve birkaç santimetre ötemde durdu ve bana “Beni babana götür!” dedi. Ben de ona “Çok isterdim ama bu imkansız çünkü o burada değil Chicago’da “dedim “Buradan oraya yürüyerek gitmem de mümkün değil, çok uzak” dedim. Bunun üzerine tabancasının bana doğrulttu ve o sırada bütün vücudum o güne kadar hiç hissetmediğim kadar ısındı. Hiç ağrılı değildi ve insana iyi gelen bir sıcaklıktı. Havaya doğru biraz yükseldim güneyden gelen rüzgâr beni kuzeye doğru yavaşça itti. Ama o sırada bu yaratık kaybolmuştu. Görüntümden çıktı ama hafızamdan çıkmadı. Nereden geliyordu bilmiyorum. Neden geldiğini de bilmiyordum. Ama bu çok çarpıcı bir görüntüydü. Daha sonra bütün lise yıllarımda UFO deninlen uzay araçlarını inceledim. Ve bu araştırmalarımdan sonra bu gördüklerimin tamamen aldığım ilaçlarla ve o günkü hava sıcaklığıyla ilgili olduğuna karar verdim. Bu nedenle bence dünya dışından gelen yaratıklar yoktur. Bizi ziyarete gelmezler. Size soruyorum “Zaman yolculuğu yaptıran makineler hani neredeler?”. Gelecekle ilişki kuramıyoruz. Belki de gelecek diye bir şey de yok. Sizinle eserlerim aracılığıyla paylaştıklarım gerçek fiziki bir zihinden çıkan işler. Bunu başka türlü izah etmek mümkün değil.
Ray, uluslararası sanat sahnesindeki en etkili figürlerden biri haline geldi. Eserleri tek benzeri olmayan, çarpıcı, yaratıcı ve sorgulatan eserler. Heykeltıraşın kariyerinde çeşitlilik ön planda.
Charles Ray şöyle ekliyor “İşimi Paris’te ilk kez sunuyorum ve ilk defa bu kadar çok eserim bir araya getirilecek.”
Eserlerinden bazıları şöyle; Fall’91 serisinde 2,5 metre büyüklüğünde elbiseler giymiş insan figürleri, kadınlar. Değişik boylarda kendi heykelleri de var. Bir tanesini şişeye koymuş. Kendi maketlerinin fotoğrafları da sergide görülebiliyor. Değişik Masa Üstü enstalasyonları var. Genelde çıplak heykelleri var. 4 lü bir ailenin heykellerini çocuklar ve anne babanın hepsi aynı büyüklükte olacak şekilde tasarlamış. Baştan başa kendi tasarladığı ve kalıplara döktüğü tek renkli çarpılmış araba ve tank heykelleri de dikkat çekici. Yumurta serisinde yumarta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan? açmazını sorgulatıyor bizlere. Hinoki adını verdiği ve Japon sanatına adadığı dev ağaç da çok özel bir eser. Los Angeles ile San Fracisco arasında arabasıyla giderken gördüğü tarlaya muhtemelen rüzgar etkisiyle devrilmiş devasa ağaca sahip olmak istiyor. Tarlanın sahiplerinden istiyor vermiyorlar. Satın almak istiyor satmıyorlar. Bir kaç gün sonra bir kaç adam ve kamyonla gidip parçalayıp atölyesinde taşıyor. Yıllarca çeşitli işlemlerden, ağacı parçalamalardan ve kalıp almalardan geçirdikten sonra Japonyaya götürüyor orada gerçek bir tahta sanatçısı ile ortak çalışarak son halini veriyor. Bu tarz çalışan Charles Ray’e hayranlık duymamak olası değil. Yes ve No serisi olarak adlandırdığı birbirlerine gönderme yapan self portreleri de bana ilginç geldi.
İki Serginin ortak katalogu yayınlandı. Müzelerin butiklerinde mevc