Paris’te MoMa Thomas Walter Fotoğraf Kolleksiyonu

 

 

PARİS’TE MOMA THOMAS WALTER FOTOĞRAF KOLLEKSİYONU

 

Tekrarlamaktan çekinmiyorum, çünkü hatırlamakta yarar var . Bir hafta sonunu geçirmeye Paris’e gelen bir “Fotoğrafsever” tarafından hangi müzeler gezilmeli sorusu hep gündeme gelir. Kasım ayının ikinci hafta sonu yapılan Paris-Photo gibi sadece fotoğraf soluduğumuz çok özel bir etkinlik yoksa, Paris’te fotoğraf adına Jeu de Paume, MEP (Maison Europeenne de la Photographie) ve Henri-CartierBresson Vakıf müzesi olarak üç müze başı çeker.

Size, bu yazımda Jeu de Paume’daki şu andaki sergiyi tanıtmak istiyorum. Bu sergi New York’taki Modern Sanatlar Müzesinin fotoğraf koleksiyonunun çekirdeğini oluşturan Thomas Walter adlı koleksiyonerin fotoğraflarının satın alınmasıyla oluşturulmuş bir seri. 2001 ve 2017’de New York’taki Modern Sanat Müzesi (MoMA), koleksiyoncu Thomas Walther’den 350’den fazla fotoğraf satın almıştı. 230 görüntünün bir araya getirilmesi ile oluşturulan bu sergi,ilk kez New York dışında sanatseverlere sunuluyor.

 

 

 

 

 

 

20. yüzyılın ilk yarısından ve ikonik eserlerden oluşan bu seri, Avrupa ve Amerika fotoğraf avangardının tarihini yazmamızı sağlıyor.  Berenice Abbott’tan Karl Blossfeldt’e, ClaudeCahun’dan El Lissitzky’ye, Edward Weston’dan AndréKertész’e yüzlerce fotoğrafçının eserlerinden oluşan koleksiyon, başyapıtlar ve daha az bilinen görüntülerle fotoğrafta modernizmin ne anlama geldiğini göstermekle kalmıyor aynı zamanda neredeyse bu akımların tarihini yazıyor. Fotoğrafın artık teknik olarak yerine oturduğu görüntü kalitesinin mükemmelleştiği, fotoğraf makinelerinin iyice küçülüp taşınabilir ve her yere götürülebilir hale geldiği bir döneme ait fotoğraflar bunlar. Çeşitli açıların, solarizasyon, kolaj gibi çeşitli fotoğraf tekniklerinin uygulandığı bir döneme ait fotoğraflar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu oldukça kapsamlı sergide, mimari ve kentsel görünümler, portreler ve nü’ler, fotojurnalizm örnekleri ve deneyselçalışmalar gibi çeşitli fotoğraf türlerini de izleme olanağı buluyoruz. Yine bu sergide, Bauhaus’tan sürrealist Paris’e, iki savaş arası dönemin Moskova ile New York’un sanatsal bağlantılarını da izliyoruz.  Bu sergiyi gezmek, bizim fotoğrafçı ve teorisyen Lazlo Moholy-Nagy’nin sözlerini daha iyi anlamamızı sağlıyor. “Geleceğin cahilleri okuma yazma bilmeyenler değil, fotoğraf çekemeyenler olacaktır”. Sırası gelmişken Walter Benjamin’e de bir selam çakalım ve onun daha güzel bir söylemini buraya taşıyalım. “Geleceğin cahilleri, alfabeyi sökemeyenler değil fotoğraf çekemeyenler olacak deniyor ama kendi fotoğraflarını okuyamayan fotoğrafçıyı da cahil saymak gerekmez mi?”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sergide 19 ülkeden 127 fotoğrafçının 230 fotoğrafı var. Altı bölümde düzenlenmiş sergiyi gezerken değişik duygular yaşıyoruz. Çok iyi tanıdığımız bazı isimlerin önünde tabii ki daha uzun duruyor ve inceliyoruz. İyi bildiğimiz sergilerin arasında, ülkemize de gelmiş olan Kertesz‘e de özel bir bölüm ayrılmış. Bu altı bölümün, ilk bölüm başlığı “İşte Yeni Fotoğraf”.

Bu bölümde, birinci dünya savaşı sonrası hassaslaşmış film ve kağıt yüzeyleri ile hareketli cisimlerin, insanların ve araçların görüntülerinin yakalanması başarılmıştı. Söz konusu edilen bu dönem; aşağıdan ve yukarıdan açı denemeleri, klasik perspektif kurallarından kopuşu da beraberinde getiriyor ve özgün bir görsel dilin oluşmasına katkıda bulunuyor. FotoMuhabirlik mesleğinin gelişmesi, basına ve fotoğrafçılara yeni ufuklar açıyor. Bu dönemde, dans, spor etkinlikleri, havacılık ve araba yarışları ve benzeri etkinlikler mondernizmiyansıtıyor. Yine bu dönemin totaliter rejimleri, sinema ve fotoğrafta atletik ve sağlıklı sporcu vücutlarını resmederek “yeni insanı” tanımlamaya çalışıyor.

İkinci bölümde, fotoğrafın buluşundan 100 yıl sonrasına göndermeler var. Bu dönemde ise, fotoğrafçının hizmetindeki tüm imkanlar yaratıcılık ve sanat için kullanılmaya başlıyor. Sergide bu örneklerin en çoğu Laszlo Moholy-Nagy’denalınmış, çünkü 1920’li yıllarda bu düşünceler hem fotoğrafçı hem de teorisyen Nagy’nin kaleminden çıkmıştı. Bu sayede fotoğrafçılar başka görme biçimleri edinmeye başlamışlar,Avangard fotoğrafçılar ise her şeyi denemeye başlamışlar vefotoğraflarla oyunlar oynamışlardı. Fotoğraf makinesiz fotoğraflar elde etmişler, Fotogram denilen bu fotoğrafları,uzun pozlama denemeleri ve abstre fotoğraflar takip etmişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Üçüncü bölüm “Sanatçı yaşamı” başlığını taşıyor. İki savaş arası fotoğrafın keşfedildiği Paris uluslararası sanatçı ve fotoğrafçıların gruplar halinde neredeyse komün hayatı yaşadıkları bir döneme ait. Thomas Whalter, bu bölümdeki eserlerin çoğunu Bauhaus ürünlerinden seçmiş, AndréKertesz’in eserleri de bu bölümde yer almış. Portreler, ellerinde sanki gözlerinin veya ellerinin uzantısı gibi duran fotoğraf makineleri ile sanatçı fotoğrafları, Jeu de Paumeduvarlarını süslüyor.

 

Dördüncü bölüm “Sihirli Realizm”e gönderme yapıyor. Realizmden uzaklaşmanın söz konusu olduğu 1920’lerin ortası, Avrupa’da sürrealizm ve yeni objektiflik akımlarının gözde olduğu yılları kapsıyor. İnsan vücudunun dekonstüksiyona uğratıldığı, optik oyunların gazete sayfalarını süslediği, insan vücuduna yakın çekimlerin yapıldığı, tüm organların ama en çok da göz fotoğraflarının çekildiği bir dönem, bu dönem. Bebek, robot, vitrin mankenlerinin de fotoğrafçıların ilgi alanı içinde olduğu da gözden kaçmıyor.

 

Beşinci bölüm adı ise “Büyük Şehir Senfonisi”. 1928’de Rus fotoğrafçı Alexandre Rodtchenko bir manifesto yayınlayarak,fotoğrafın şehrin ritmiyle paralel hareket etmesi gerektiğini öne sürer ve bu sayede fotoğrafçılar önemli bir deney alanı bulmuşlardır. Şehir görüntüleri her yana yayılır, şehir adetamodernizmin bir metaforu haline gelir. Şehirler farklı nokta ve açılardan fotoğraflanır, fotomontajlar yapılarak kaotik şehir görselleri yaratılır, şehrin gürültüsü yansıtılmaya çalışılır.

 

Son bölümde ise “Yüksek Sadakat” (high fidelity) başlığı ile fotoğraflarda netlik ve detayların çokluğuna gönderme yapılır. Bu yaklaşımı fotoğraf tarihinde doğrudan veya saf fotoğrafçılık, yani “Straight Photography” olarak tanıyoruz. Teknik hakimiyetin temel alındığı, mükemmeliyetin arandığı bir fotoğraf dönemi. Büyük format makineler, üç ayak üzerinde durur ve maksimum detaya sahip mükemmel negatifler sağlanır. Duygusallığa yer verilmez, rötuş akla bile getirilmez. Başlıca örnekler, yazar fotoğrafçı ve StraightPhotography’nin babası Alfred Stieglitz’den gelir. Bu akım Amerika’ya özgü bir akım olsa da Avrupa’da da yankısını bulur. Alman Karl Bossfeldt bu akımın Avrupa’daki temsilcilerindendir.

 

Fotoğrafın içinden geçtiği bir dönemin görüntülerini hafızamıza, duygularını gönlümüze yükleyerek bu sergiden ayrılıyoruz. İçimiz ısınmış olarak fotoğrafa bir kez daha selam ediyoruz.