Kadın Savaş Fotoğrafçıları
Ukranya-Rusya savaşının yoğun gündemde olduğu şu günlerde Paris’te savaş fotoğraflarıyla ilgili sergiler açılıp duruyor. Bunlardan bana göre en önemlisi “Kadın savaş fotoğrafçıları Sergisi ”. Diğeri Askeri müzede “Savaş fotoğrafçılığı“ ve nihayet efsane fotoğrafçı Steve McCurry’nin Maillol müzesindeki büyük retrospektifi. McCurry ‘nin fotoğraflarının en az yarısı savaş bölgelerinden oluşuyor. Dolayısı ile onu da Paristeki savaş fotoğrafı sergileri arasında saymayı yeğledim. “Kadın savaş fotoğrafçıları Sergisi ” sergisinde 1930’lar ve 1940’lardan başlayıp bugünlere kadar son 80 yılın savaşlarını ele alan 8 kadın fotoğrafçının 80 fotoğrafını izliyoruz. Hiç görülmemiş, az görülmüş ve ikon fotoğraflardan oluşan bu nefes kesici sergi Paris’te Danfert-Rochereau meydanındaki Liberation müzesinde oldukça uzun bir süre, 31 Aralık 2022 ye kadar görülebilecek. Önce Almanyada sonra İsviçrede sergilenen bu fotoğraflar cinsiyet klişelerinden çok uzak ve insani bakış üzerinden ilerliyor.
Lee Miller (1907-1977), Gerda Taro (1910-1937), Catherine Leroy (1944-2006), Christine Spengler (1945), Françoise Demulder (1947-2008), Susan Meiselas (1948), Carolyn Cole (1961) ve Anja Niedringhaus (1965-2014) bizi kadınların bakışıyla mı yoksa şiddetin evrenselliği ve savaşın sonuçlarıyla mı karşı karşıya getiriyor? İşte bu soruyu soruyoruz sergiden çıkarken. Oysa sorunun cevabı çok net! Bu fotoğrafçılar bize savaşın vahşetini zavallı insanların çektikleri çileleri gösterip bizi uyarmak istiyorlar. Doğrudan savaşın vahşeti ile karşı karşıya olduğumuzu fark ediyoruz.
Sergi, bu sekiz kadının fotoğraflarını öne çıkararak ziyaretçiyi savaşın şiddetine dair ortak bir bakış açısıyla karşı karşıya getiriyor.
Savaş muhabirini daha çok takdir edilen, sağlam, cesur, yalnız bir kişi olarak görmek isteriz. Hatta onu erkek bir fotoğrafçı olarak görme eğilimindeyizdir.
Savaş fotomuhabirliğinde kadınlar nerede durur?
19. yüzyılın ortalarında fotoğrafın doğuşundan bu yana, fotoğraf eğitimi ve akredite edilme konusunda kadınlar geri bırakılmışlardır.
Alman Anja Niedringhaus (1965-2014), Balkan savaşını izlemek için patronuna altı hafta boyunca hergün bir mektup gönderdi. Nihayet izin aldı beş yıl Saraybosna’da kaldı. Ardından Ortadoğu ve Afganistana gitti. Anja 2002 yılıda Associated Press’e için çalışmaya başlamış ve daha sonraları ülkemize de gelmiştir.
Afganistanda 2014 yılında savaş sırasında pisi pisine psikopat bir polis tarafından vurularak öldürülmüştür.
Gerda Taro (1910-1937), İspanya İç Savaşı sırasında cepheye ilk ulaşanlardadır. Kendisi 27 yaşında Paris’te yaşayan Yahudi bir mültecidir. Cumhuriyetçi birliklerin Madrid’den çekilmesini belgelerken bir tankın tarafından ezilerek hayatını kaybetmiştir. Genç yaşında ardında savaşın insani yanını yakalayan fotoğraflar bırakarak yaşamdan ayrılmıştır.
21 yaşında Vietnam Savaşı’nı fotoğraflamaya cebinde tek yön bilet ve 100 dolarla yola çıkan Fransız Catherine Leroy (1944-2006) ise mesleğine tutkuyla bağlı bir fotomuhabirdi. Çenesi şarapnel tarafından kırıldı. Değişik cephelerde yakalanıp serbest bırakıldı ama hiçbir şey onu yıldırmadı, her seferinde cepheye geri dönüdü. Ardında çarpıcı derecede gerçekçi fotoğraflar bıraktı.
Savaş fotoğrafçılığı sadece bir erkek işi değildir. Dünya Kadın Hakları Günü’nde, kadınların da savaştığını ve cepheye giderek erkekler gibi fotomuhabirlik yaptıklarını hatırlamakta yarar olduğunu düşünüyorum. da medyada yer almak için cepheye gittiklerini hatırlamakta fayda var. Birçok kadın fotoğrafçı küresel krizleri, çatışmalardan etkilenen insanları göstererek toplumları uyarmaya ve şavaşları engellemeye çalıştılar.
Bu sergi, seçilmiş sekiz fotoğrafçı üzerinden 1936 ve 2011 yılları arasında kadınların çatışmalar sırasında görüntüledikleri anların izini sürüyor: Gerda Taro, Lee Miller, Catherine Leroy, Christine Spengler, Françoise Demulder, Susan Meiselas, Carolyn Cole ve Anja Niedringhaus; Bu kadınların hepsi yaşadıkları dönemlerde bir dönem tanındılar. Gerda Taro İspanya İç Savaşı’nı, Lee Miler İkinci Dünya Savaşı’nı, Catherine Leroy ve Christine Spengler Vietnam, Kamboçya ve İrlanda’daki savaşları, Françoise Demulder Kamboçya, Angola, Lübnan, Irak’taki çatışmaları, Susan Meiselas Nikaragua ve El Salvador’daki savaşları fotoğrafladı. Carolyn Cole ve Anja Niedringhaus, Irak ve Afganistan’da olan bitenleri gösterdi.
“Kadın savaş fotoğrafçılarının erkek meslektaşlarından farklı bir bakış açısı var mı?” sorusu hep gündeme gelir. Bunun cevabı en azından savaş fotoğrafçılığı açısından “Hayır”dır. Çünkü fotoğrafçılık mesleği kadın erkek ayırmadan savaş bölgesinde fotoğraf çekmeyi gerektirir. Ancak kadınların belirli çevrelerle özellikle kadınlarla ve çocuklarla daha kolay iletişim kurdukları düşünülebilir.
Kadın fotoğrafçılar çatışmalarda hem tanık hem de aktördürler, bazen de maalesef kurbandırlar.
Kadın fotoğrafçılar erkeklerin karşılaştığı bazı engelleri kaldırarak, bazen daha samimi fotoğraflar yakaladılar diyebiliriz ama bunun objektif bir kıstası yoktur tabii ki. Ukranya-Rusya savaşının gündemde olduğu şu günlerde savaş fotoğrafçıları göçmenleri, sivil mağdurları, acı çeken askerleri dünyaya göstermektedirler.
Bu yaptıkları işin önemi ve etkisi tabii ki zaman içinde çeşitli etkenler nedeniyle değişmekte azalıp çoğalmaktadır. Bazı fotoğrafların toplumları harekete geçirerek savaşların sonlanmasına neden olduğu yakın geçmişten çok iyi hatırlanmaktadır.
Sergi 8 ayrı bölümde geziliyor. her fotoğrafçıya 10 kadar fotoğrafını sergilediği bir bölüm ayrılmış. İç içe geçen bu bölümleri gezerken insan duygulnamaması etkilenmemsi mümkün değil. Savaştan nefret etmenize, tüylerinizin diken diken olmasına neden olan fotoğraflar görüyorsunuz. Bunlardan bazılarını buraya taşıdım. Bunlar arasında en çok beğendiğimi sorarsanız; Carolyn Cole’un yaralı filistinlinin hastaneye götürülürken çektiği ölüm anı fotoğrafıdır. “Bütün hayatım gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçti,” sözünü aklıma getiren bu fotoğrafın gerçekçiliğinden çok etkilendiğimi söyleyebilirim.
Savaşın vahşetine nasıl tanıklık edilir? Ziyaretçi, sergilenen fotoğraflar arasında, bu soruyu yanıtlamak için bir çok fotoğraf görüyor. Bunlar arasında savaş sırasındaki günlük hayattan insanların samimi bakışları, vahşet görselleri, savaşın saçmalığına ve sonuçlarına yapılan göndermeler de var. Bu fotoğraflar, savaş alanında ve cephe gerisinde gerçekte neler olduğunu herkese açık bir şekilde göstermeye çalışıyor.
İsterseniz biraz da serginin kadın savaş fotoğrafçılarını inceleyelim. 1907 doğumlu Amerikalı Lee Miller, kariyerine model olarak başladı. 1930’ların sonunda Paris’te Man Ray asistanlığını yaptı, ardından New York’ta önce kendi stüdyosunu açtı. Vogue dergisi kendisini işe aldı. 1942’de Amerikan ordusunda akredite savaş muhabiri oldu ve savaşın bitişini herkesten önce yakaladı. Toplama kamplarını ilk haber yapan gazetecilerden oldu.
Gerda Taro 1910 yılında Almanya’da doğmuş, 1933 yılında Paris’e göç etmiş bir fotoğrafçıdır. Robert Çapa ile çalıştı ve fotoğrafçı oldu. Fransız komünist basını için Capa ve Seymour ile 1936’da İspanya İç Savaşı izlemeye gitti. Temmuz 1937’de Brunete’de bir tank tarafından ezildi ve öldü, muhtemelen cephede öldürülen ilk kadın savaş fotoğrafçısıdır.
Paris’te doğan Catherine Leroy, 1966’da basın fotoğrafçısı olarak akredite oldu ve 1969’a kadar Vietnam savaşı’nı izledi; 1968’de Vietkonga tutsak oldu. Ardından Lübnan’daki çatışmayı fotoğrafladı. Catherine Leroy, 1976’da Robert Çapa Altın Madalyasını alan ilk kadın fotoğrafçıdır.
Christine Spengler dil eğitimi aldıktan sonra savaş fotoğrafçısı olarak Çad’a gitti. Kuzey İrlanda, Vietnam’da ve Kamboçya’da, Batı Sahra’da, Orta Doğu’da, Afganistan’da, Irak’ta birçok çatışmayı fotoğrafladı. Corbis Sygma, Gökşin Sipahioğlu’nun Sipa press’inde ve Associated-Press’de çalıştı.
Françoise Demulder, savaşı fotoğraflamak için Vietnam’a gitmeden önce felsefe okudu. Gama ajansı için çalıştı. Daha sonra Kamboçya, Angola, Lübnan ve Irak’a gitti. 1977’de Dünya Basın Ödülü’nü alan ilk kadın fotoğrafçı oldu.
Amerikalı Susan Meiselas, görsel sanatlar bölümünden mezun oldu. Magnum ajansına katılmadan önce Amerika’da kadınlar üzerinde birkaç seri fotoğraf çalışması yaptı. Güney Amerika’da, Nikaragua, El Salvador’daki çatışma bölgelerinde çalıştı ve 1979’da “Robert Capa” Altın Madalyası ile ödüllendirildi.
Carolyn Cole, Amerika Birleşik Devletleri’nde foto muhabirliği okudu. Çeşitli gazetelerde fotoğrafçı olarak çalıştıktan sonra 1994 yılında Los Angeles Times ekibine katıldı. Kosova’da savaş muhabirliği yaptı, ardından Afganistan ve Irak’taki savaşları fotoğrafladı. Liberya’dan yaptığı haber nedeniyle Pulitzer Ödülü’nü aldı.
Alman Anja Niedringhaus ve felsefe ve gazetecilik eğitimi aldı. 1990’da European Pressphoto Agency tarafından işe alınan ilk kadın fotoğrafçı oldu. 2002 yılında Associated-Press için çalıştı. Yugoslavya, Irak, Orta Doğu ve Libya’ya da fotoğraf çekti. 2014 yılında Afganistan’daki çatışmalarda öldürüldü.
“Savaşın Kadın Fotoğrafçıları” sergisi, 31 Aralık’a kadar Paris’teki Musée de la Liberation’da devam edecek.
Serginin posterinin fotoğrafı Christine Spengler’in “Phnom Penh’in Bombalanması” adlı fotoğraftır. Onu da buraya alalım. Christine Spengler haklı olarak, “Kadın bakış açısı diye bir şey yoktur” diyor. Sergi, kadının erkek eğemen bir ortamdaki yerinden çok, bu fotoğrafçıların kendi zamanlarına bakışını göstermeye çalışıyor. Filmden dijitale, Avrupa’dan Afrika’ya, çok değişik fotoğraflarla sanki bizi çok derin bir yerimizden yakalamaya çalışıyor. Başlangıçta sıradan bir sergi ile karşılaşacağımı düşünürken tam tersine son yıllarda en etkilendiğim sergilerden birii ile karşı karşıya olduğumu fark ettim.
Christine Spengler’in en ünlü fotoğrafı Phnom Penh’in Bombalanması, serginin afişi olarak kullanılıyor. Birçok çatışmaya imza atan 77 yaşındaki fotoğrafçı, bu fotoğrafın öyküsünü şöyle anlatıyor.
Bu fotoğraf bence apokaliptik bir fotoğraftır. “Bu fotoğrafı çektiğimde öğlen saatleriydi”. Ama gökyüzü o kadar siyah, atmosfer o kadar ağırdı ki fotoğraf geceden fırlamış gibi görünüyordu. sahne o kadar gerçekti ki ön tarafa yığılmış cesetleri kadraja almamayı tercih ettim.
Christine Spengler, Associated Press için 1975’te Kamboçya’daki Phnom Penh’e gönderilir. Bir pazar günü elinde kamerayla dışarı çıkmak üzereyken tüm fotoğrafçılar ona pazar gününün ordular arasında gizli bir anlaşma günü olduğunu ve dinlendiklerini fısıldarlar. Mesleğe yeni başladığından ve meraktan dışarı çıkar ve şehrin dışı taraflarına gider.
Christine Spengler şöyle devam eder;
“Birdenbire gökyüzü karardı ve yirmi dakika boyunca Phnom Penh’in merkezine 220 mermi düştü. Kızıl Kmerler şehri ilk kez bombaladılar. Ve ben bu bombalamanın öncesinde, sırasında ve sonrasında oradaydım. Bu duman tüten harabelerden sadece iki kare tuttu, işte bunlardan biri serginin posteri olan “Phnom Penh’in Bombalanması” fotoğrafıdır.
Christine Spengler kardeşi ile birlikte Çad’da İsyancılar tarafından yirmi üç gün esir alınır. Kurtuldukları gün, iki askerin el ele cepheye gittiğini görür. Kardeşinin Nikon’unu alır ve anı yakalar. Yeni bir meslek keşfetmiştir.
“Her zaman mazlumların yanında olmayı istiyorum”
“Bir resmin bin kelimeye eşit olduğu doğru değil. »
“Bir resmin bin kelimeye eşdeğer olduğunu söylemek yanlıştır. Bombardıman fotoğrafında çığlıklar, kokular, yaralıların çığlıkları, dumanlar içinde büyüyen atların kişnemeleri eksiktir. Daha sonra, fotoğraflayamadığım her şeyi yazmaya karar verdim. Bu yüzden Savaşta Bir Kadın adlı otobiyografimi yazdım. Bu kitapla çığlıkları ve kokuları da anlatmak istedim. »
Son olarak “Phnom Penh’in Bombalanması” fotoğrafı Paris’in dört bir yanına serginin afişi olarak asılırken Spengler bir posterin altında “tüm teçhizatıyla sokakta bir kadın” gördü. Kadının fotoğrafını çekti. facebook hesabında yayınladığı bu fotoğraf Ukraynalıları da bombalar altında ve evsiz olarak düşünmesine neden oldu. Sergi ziyaretleri serimize önümüzdeki sayılarda da devam edeceğiz.Kadın Sava