İSLOMANİA

İSLOMANİA

MEHMET ÖMÜR

Son zamanlarda az ilgilenilmiş hastalıklar beni çok ilgilendirmeye başladı. Geçenlerde G.A.S. yani Gear Acquisition Syndrome’u yazmıştım bu kez de -hastalık denir mi bilemiyorum- “İslomania” denilen  ruh halinden bahsetmek istiyorum. Yani bir nevi ada manyaklığı, adalarda kendini iyi hissetme hali.

İsim babası; roman, şiir, tiyatro oyunları, denemeler, gezi kitapları, edebiyat eleştirileri yazmış, çeviriler yapmış, 20. yüzyıl İngiliz yazarı D. H. Lawrence’dır. Belki bu hastalık daha önceden de biliniyordu ama adını koyan odur. Ölmeden 4 yıl önce yazdığı bir öykü kitabında bundan söz etmiştir ve böyle bir ruh halinin farkına varıp bu konuya girmesi “islomania” tabirinin yerleşmesini sağlamıştır.

Benim en sevdiğim ada, Bozcaada’dır, en sevdiğim ada filmi ise il Postino’dur. Türkçedeki adıyla  Postacı filmidir.

Film Sicilya’da Salina adasında  çekilmiştir  ve  Şili’li ünlü şair Pablo Neruda’nın yaşamından hayali  bir  kesiti hikaye eder. Gerçek hayatında ise Neruda, 1952 yılında İtalya’nın Capri adasında yaşamıştır. Filmde şair ile adanın postacısı arasında gelişen sıcak dostluk anlatılır. Şair postacıya şiiri sevdirir, postacı şiirleri barda çalışan ve bir görüşte aşık olduğu güzel kızı baştan çıkartmak için kullanır. Filmin tepe noktasını, güzel ada manzarası eşliğinde şair ile postacı arasında geçen konuşmada şu replik yapar.

Şair: “Benim şiirimle kızı baştan çıkartmışsın.”

Postacı: “Senin yazdığın şiirle baştan çıkardığım doğru ama o şiir sana ait değil.”

Şair: « Nasıl yani? Benim değil mi?”

Postacı: “Evet ama Şiir yazana değil ihtiyacı olana aittir.” Bu güzel naif ve romantik filmi seyretmenizi tavsiye ederim.

Başka bir ada filmini seyretmek isterseniz, Anthony Quinn’in muhteşem bir oyun çıkardığı efsane film Zorba’yı seyredin. Nikos Kazancakis’in aynı adlı romanından uyarlanan bu film Girit’te geçer.

Diğer ada  filmlerine  gelince;  Akdeniz, Corelli’nin Mandolini, Doktor Moreau’nun Adası ve Thomas Mann’ın aynı adlı romanından uyarlanan Luchino Visconti’nin Venedik’te Ölüm (Lido adasında geçer) söz etmek uygun olur.

Yine sinema dünyasında kalalım isterseniz. Mel Gibson, Fiji’de yaşayan yerlilerin bütün itirazlarına rağmen 15 milyon dolara “Mago” adasını satın almıştır. Marlon Brando’nun 1965’te aldığı “Tetiaroa” adasında ise şu anda sadece bir kişi yaşamaktadır, O da oğludur. Aynı adanın batısındaki “Onetahi” adlı adacıkta Brando, 2004’te ölmeden önce yazdığı vasiyetinde, 2000 m2’1ik bir alanı ölünceye kadar kullansın diye dostu Michael Jackson’a bırakmıştır. Ancak onun da bu adadan çok fazla yararlanamadığı biliniyor. Kim bilir, belki Brando ve Jackson da birer ada manyağı idiler.

İlk ada manyağı Roma imparatoru Tiberius’tur. Roma’dan sıkılıp kendini Neruda gibi Capri adasına atmış ve ülkesini Villa Jovis denilen evinden yönetmiştir.

Ada manyaklarının sayıları saymakla bitmez. Bir başka isloman ise, Kaptan James Cook’tur. Pasifiklerin seyyahı ve fatihi, bu bölgelerdeki adaları o kadar çok sever ki, İngiltere’ye dönmemek için her türlü numarayı çevirir.

Moby Dick’in yazarı Herman Melville de bir ada manyağıdır. Moby Dick’ten sonra Taipi adlı kitabını Fransız Polonezyası’nda ve ardından Omoo adlı kitabını ise Tahiti’de yazar. Merville’nin kitapları 19. yüzyıl yazarlarını o kadar etkiler ki; Jules Vernes, Jack London ve Robert Louis Stevenson da ada manyakları arasına katılmakta en küçük bir tereddüt geçirmezler. Robert Louis Stevenson 1875’te bir mektubunda şöyle yazar: “Bu gece çok sevimli bir adam bana Güney Denizi  adalarını öyle bir anlattı ki, oraya gitmek için içim yanıp tutuşmaya başladı. Yemyeşil bir doğa, güzel yerler, şahane bir iklim, saçlarında kırmızı çiçekler takmış kadınlar… Bütün bu güzellikleri incelemek, doyasıya seyretmek, güneşte oturmaktan ve düştüklerinde meyveleri  toplamaktan  başka hiç bir şey yapmadan durmak. İşte bu! Stevenson, 15 yıl boyunca bu adalar arasında dolaşıp durmuş ve sonunda Samoa adasında ev yaptırarak oraya yerleşmiştir. Halkla iç içe yaşamaya, politika yapmaya yazılarını yazmaya devam etmiştir .

Gelelim Lawrence Durrell’e. Korfu adasındaki başladığı ada manyaklığını Rodos ve Kıbrıs’ta devam etmiş gerçek bir ada düşkünüdür. Kendisini hiçbir zaman bir İngiliz gibi görmemiştir, oysa İngiltere de bir adadır.

Ernest Hemingway “Çanlar Kimin İçin  Çalıyor”u  romanını Küba’da ve Florida’nın Key West adasında yazmıştır. Georges Orwell ise ünlü “1894″ romanını Jura adasında yazmıştır.

Bence, adalara en çok Anglosaksonlar meraklıdır. Ada edebiyatına İngiliz yazarların dışında en çok katkıyı Hollanda’lı yazar Boudewijn Büch koymuştur. “Ada” serisi 4 kitaptan oluşur.

“Ne me quitte pas”nın şarkı sözü yazarı ve yorumcusu Jacques Brel akciğer kanseri nedeniyle yaşamının son dönemlerinde Marquise adasında yaşamış ve ölmeden önce Avrupa’ya dönüp “Marquise” adlı son Longplay’ini çıkartmıştır.

Adalarla ilgili başka ilginç bir hikaye ünlü İrlandalı şair William Butler Yeats ve arkadaşı yazar John M. Synge’ye aittir. Hikaye, Butler Yeats’ın hastalıklı ve melankolik arkadaşı olan yazar Synge’ye melankolisinden kurtulması ve kendini tedavi etmesi için İrlanda’nın kuzey-batısındaki Aran adasına gitmesini tavsiye etmesi ile başlar. Synge bu tavsiyeye uyar ve Aran adasına yerleşir ama daha sonra çevredeki tüm adalarda yaşayarak ada hayatından çıkardığı öyküleri yazar. Bu arada yıllar geçer, o bölgenin tipik Kelt dilini öğrenir ve adeta eski bağlarını kopararak bir adalı olur çıkar.

AFL’li bilimsel beyinleri için, adalar ve bilimle ilişkiyi kuran nispeten yeni bir kitabı okumak ilginç olabilir. Jill Franks’ın 2006 yılında yayımlanan “lslands and the Modernists: The Allure of Isolation in Art, Literature and Science” adlı eserinde bahsi geçen, Charles Darwin’in Galapagos adalarındaki hikayesi ve Margaret Mead’ın South Sea lsland’daki antropolik çalışmaları ilginizi çekebilir. Bu kitapta Gaugin’in Paris’in sıkıntılı atmosferinden kurtulmak için gittiği Tahiti adalarında yaşadıkları da size ek bir çeşni olsun. Hatta isterseniz Gauguin: Voyage to Tahiti adlı Edouard Deluc’un 2017 filmini seyredin.  Vincent Cassel çok güzel bir oyunculuk çıkartıyor. Öneririm.

Andy Strangeway’a ada manyaklarının en beteri desek abartmış olmayız çünkü İskoçya adalarından bir-ikisine değil tam 162 adasına defalarca gidip yaşamıştır.

Bizde ise, Sait Faik Abasıyanık’ın Burgaz adası aşkı bilinir. Zülfü Livaneli’nin metaforik romanı “Son Ada” bizi şaşkınlık içinde bırakan bir baş yapıt.

“York’lu Bir Denizcinin, Kendi Kaleminden, Deniz Kazası ile Düştüğü Amerika Sahillerindeki Oroonoque Nehri Ağzındaki Issız Bir Adada 28 Yılını Geçirirken Yaşadığı Serüvenler ve Korsanlar Tarafından Kurtarılması” orijinal adı ile yayımlanan, hepimizin çok iyi bildiği ve ilk İngiliz roman olarak kabul gören Daniel Defoe’in “Robinson Crusoe” adlı romanı da çok ilginçtir. Roman, adadaki yaşamın tüm detayları ile Robinson’un iç diyaloglarını ve o andaki duygu dünyasını yansıtır.

Aslında hepimizin iç dünyası da bence bir adadır ve çoğu zaman dışarıya kapanmışlıktır, kendimizle sınırlanmışlıktır ve dış dünyanın karşıtıdır. İçeriden dışarıya çıkışlar ve girişler ile sınırlandırılmaya çalışılır ama engel olunamaz. İçeriye bazen çok fena girilir ve biz, buna aşk deriz.

Biraz da fantezi yapalım: 

İsveç’in başkenti Stockholm’ün 24.000 adalık bir takım ada grubunun 14 adası üzerine kurulduğunu biliyor muydunuz? Ayrıca 2016 yılında Hong Hong Üniversitesi’nde “Edebiyatta Ada Belgeseli  Film Festivali” bile yapılmıştır.

Ada manyaklığı, hastalığı veya düşkünlüğü ile ilgili yazacaklarım bu kadar, yazmaya  devam edilse çok daha fazla sayfalar doldurmak mümkün. Bence, siz de biraz içinize bakın ve oradaki adalarınızı bulun, onlarda gezinin ve yaşamın tadını çıkartın.

http://mehmetomur.com

https:/ / www.in st agram.com/ sukru_mehmet_omur/ 

https://www.facebook.com/saricizmelimmi