İslomania


Mayıs ayının son hafta sonu geleneksel AFL mezuniyet günüdür. Kutlamalar, konuşmalar yapılır. Yazar AFL’liler kitaplarını imzalarlar. Eğlenilir, güzel vakit geçirilir.

Önümüzdeki yıl bizim yani AFL 70 lilerin mezuniyetimizin 50 seneyi devriyesi. Bu önemli. Ben de bir yıl öncesinden dernek başkanımız Olcay Tatar’a söz verdim. Hem de evlenme yıldönümümüze denk düşmesine rağmen  gideceğim. Bu arada Olcay benden bir de yazı istedi. Ben de Bozcaada’da evlenmiş birisi olarak bu adalar merakından bahsedeyim dedim.

Son zamanlarda az ilgilenilmiş hastalıklar beni çok ilgilendirmeye başladı. Geçenlerde G.A.S. yani “Gear Aquisition Syndrome” u yazmıştım bu kez de “İslomania” denilen (hastalık denilir mi bilemiyorum) ruh halinden bahsetmek istiyorum. Yani bir nevi ada manyaklığı, adalarda kendini iyi hissetme durumu.

İsim babası roman, şiir, tiyatro oyunları, denemeler, gezi kitapları, edebiyat eleştirileri, yazmış, çeviriler yapmış 20. yüzyıl İngiliz yazarı D.H.Lawrence’dır.

Belki bu hastalık daha önceden de biliniyordu ama adını koyan odur.

Ölmeden 4 yıl önce yazdığı bir öykü kitabı bu. Ama böyle bir ruh halinin farkına varıp bu konuya girmesi islomania tabirinin yerleşmesini sağlamış.

Benim en sevdiğim ada Bozcaada ise en sevdiğim ada filmi de il Postino’dur. Türkçedeki adıyla Postacı filmidir.

Film Sicilyada Salina adasında çekilmiştir ve şilili  ünlü şair Pablo Neruda’nın yaşamından hayâli bir kesiti hikaye eder. Gerçek hayatında da Neruda 1952 yılında İtalya’nın Capri adasında yaşamıştır. Filmde adanın postacısı ile şair arasında gelişen sıcak dostluk anlatılır. Şair postacıya şiiri sevdirir, postacı şiirleri barda çalışan ve bir görüşte aşık olduğu güzel kızı baştan çıkartmak için kullanır.

Filmin tepe noktasını şu replik yapar. Güzel ada manzaraları eşliğinde şairle postacı arasında şu konuşma geçer.

Şair: Benim şiirimle kızı baştan çıkartmışsın.

Postacı: Senin yazdığın şiirle baştan çıkardığım doğru ama o şiir sana ait değil.

Şair: Nasıl yani? Benim değil mi?

Postacı: Evet, Şiir yazana değil ihtiyacı olana aittir.

Bu güzel naif ve romantik filmi seyretmenizi öneririm.

Başka bir yazar ve başka bir ada isterseniz Anthony Quinn’in muhteşem bir oyun çıkardığı efsane film Zorbayı seyredin. Giritte geçer.

Diğer ada  filmlerine gelince; Cordelli’nin Mandolini, Akdeniz, Doktor Moreau’nun adası, Visconti’nin Venedikte ölüm (Lido adasında geçer).

Yine sinema dünyasında kalalım isterseniz. Mel Gibson Fijide yerlilerin itirazına rağmen 15 milyon dolara  Mago adasını satın almıştır. Marlon Brando’nun  1965 de aldığıTetiaroa adasında şu anda bir kişi yaşamaktadır. O da oğludur. Aynı adanın batısındaki Onetahi adlı adacıkta 2000 m2 lik bir alanı 2004 de ölürken yazdığı vasiyetinde ölene kadar kullansın diye dostu Michael Jackson’a bırakmıştır. Ancak onun da bu adadan çok fazla yararlanamadığını anlıyoruz.  Sonuçta bundan anlıyoruz ki Brando ve Jackson da birer ada manyağı idiler.

İlk ada manyağı Roma imparatoru Tiberius’tur

Roma’dan sıkılıp kendini Neruda gibi Capri adasına atar ve ülkesini Villa Jovis denilen evinden yönetir.

Başka bir isloman Kaptan James Cook’tur. Pasifiklerin seyyahı ve fatihi o bölgelerdeki adaları o kadar sever ki İngiltereye dönmemek için her türlü numarayı çevirir.

Moby Dick’in yazarı Herman Melville’de bir ada manyağıdır. Moby Dick’ten sonra Taipi adlı kitabını Fransız Polonezyasın’da ve ardından Omoo adlı kitabını ise Tahiti’de yazar. Moby Dick yazarının kitapları 19 yüzyıl yazarlarını o kadar etkiler ki Jules Vernes ve Jack London ve Robert Louis Stevenson da ada manyakları arasına katılmakta tereddüt etmezler. Bunlardan Robert Louis Stevenson 1875 de bir mektubunda şöyle yazar.

“Bu gece çok sevimli bir adam bana o  Güney Denizi adalarını öyle bir anlattı ki oraya gitmek için içim yanıp tutuşmaya başladı. Yemyeşil güzel yerler; şahane bir iklim; saçlarında kırmızı çiçekler takmış kadınlar. Hiçbir şey yapmadan ve güzellikleri inceleyip, güneşte oturmaktan ve düşdüklerinde meyveleri toplamaktan başka hiç bir şey yapmadan durmak. İşte bu. “

Stevenson 15 yıl boyunca bu adalar arasında dolaşıp durmuş, ve sonunda Samoa adasında ev yaptırarak oraya yerleşmiştir. Halkla iç içe politika yapıp yazılarını yazmaya devam etmiştir.

Gelelim Lawrence Durrell’e Korfu adasındaki başladığı ada manyaklığı Rodos ve Kıbrısta devam etmiş gerçek bir ada hayranıdır. Kendisini hiçbir zaman İngiliz gibi görmemiştir. Oysa İngiltere de bir adadır.

Ernest Hemingway “Çanlar kimin için çalıyor” u Cuba ve Key West adalarında yazmıştır.

Georges Orwell 1894 ünü Jura adasında yazar.

Adalara en çok Anglosaksonlar meraklıdır. Ada edebiyatına ingilizlerin dışında en çok hollandalı Boudewijn Büch yazmıştır.  “Ada serisi”  4 kitaptan oluşur.

“Ne me quitte pas” nın şarkı sözü yazarı ve yorumcusu Jacques Brel akciğer kanseri nedeniyle yaşamının son dönemlerinde Marquise adasında yaşamış ve ölmeden önce Avrupa’ya dönüp “Marquise” adlı son longplayini çıkartmıştır.

Adalarla ilgili başka gerçek bir hikaye ünlü İrlandalı şair William Butler Yeats’in hastalıklı ve melankolik arkadaşı yazar John M. Synge’ye melankolisinden kurtulması için İrlanda’nın kuzey-batısındaki Aran adasına gitmesini önermesi  ile başlar. Synge sadece Aran adasında değil çevredeki tüm adalarda yaşayarak ada hayatından çıkardığı öyküleri yazar. Bu arada yıllar geçer o bölgenin tipik Kelt dilini öğrenir ve adalı olur çıkar.

AFL’li bilimsel beyinleri için de adalar ve bilimle ilişkiyi kuran nisbeten yeni bir kitap önerebilirim.(2006)

Jill Franks’ın “Islands and the modernists : the allure of isolation in art, literature and science” adlı eserinde Charles Darwin’in Galapagos adalarındaki hikayesi ve Margaret Mead’ın South Sea Island’daki antropolik çalışmaları ilginizi çekebilir. Bu kitapta Gaugin’in Parisin sıkıntılı atmosferinden kurtulmak için gittiği Tahiti adalarında yaşadıkları da size  BONUS olsun.

Bizde ise Sait Faik Abasıyanık’ın Burgazada aşkı bilinir. Zülfü Livanelli’nin metaforik romanı “Son Ada” bizi şaşkınlık içinde bırakan bir baş yapıt.

Orijinal adı “York’lu Bir Denizcinin, Kendi Kaleminden, Deniz Kazası ile Düştüğü Amerika Sahillerindeki Oroonoque Nehri Ağzındaki Issız Bir Adada 28 Yılını Geçirirken Yaşadığı Serüvenler ve Korsanlar Tarafından Kurtarılması” hepimizin çok iyi bildiği ve ilk ingiliz roman olarak kabul gören Daniel Defoe’in Robinson Crusoe adlı romanı da ilginçtir. Roman adadaki yaşamın detaylarını ve Robinson’un iç konuşmaları ve o anki duygu dünyasını yansıtır.

Aslında hepimizin iç dünyası da bence bir adadır ve çoğu zaman dışarıya kapanmışlıktır, kendiyle sınırlanmışlıktır ve dış dünyanın karşıtıdır. İçeriden dışarıya giriş-çıkışlar sınırlandırılmaya çalışılır ama engel olunamaz. İçeriye bazen çok fena girilir buna aşk deriz.

Biraz da fantezi yapalım:

İsveç’in başkenti 24000 adalık bir takım adaların 14 adası üzerine kurulduğunu biliyor muydunuz?

Andy Strangeway ise ada manyaklarının en beteri İskoçya adalarından 162 tanesine dafalarca gidip yaşamıştır.

Ada manyaklığı hastalığı ile ilgili yazacaklarım bu kadar. Yazmaya kalkılsa daha sayfalar dolar. Bence siz de biraz içinize bakın oradaki adalarınızı bulun onlarda gezinin, yaşamın tadını çıkartın.