Sophie Calle; Konseptüel bir Çağdaş Fransız fotoğrafçısı

Virginia Woolf’un feminist polemiği ‘Kendine Ait Bir Oda’ adlı denemesi, Woolf’un Oxbridge kasabasındaki kütüphaneye kadın olduğu için girememesiyle başlar. Bu olay, kadın sanatçının sanatsal özgürleşme ihtiyacını gösterir. Woolf, modern bilinç akışıyla Baudelaire’in ‘dérive’ kavramını tartışır. Sapma, kayma anlamına gelen ‘Dérive’, Guy Debord ve Asger Jorn tarafından gündelik karşılaşmaların sanatsal değerini vurgulamak için yeniden canlandırılmıştır. Bu kavram, çağdaş sanatçıların ve Sophie Calle gibi kavramsal sanatçıların çalışmalarını etkilemiştir.

Sophie Calle’nin çalışmaları, postmodern çağımızda önemli bir kültürel değere sahiptir. Eserleri, gerçek ve kurgu arasındaki sınırları bulanıklaştırır ve gözetim etiği ile ilgili soruları gündeme getirir. Calle, flanör ile flanöze arasındaki ilişkiyi araştırır. Bu konu da yukarıdaki derive ve psikocoğrafya konusu gibi bir konu olup her biri başlı başına birer yazıyı hakediyor. Şimdilik aşağıya Not olarak bir tanımını koydum.

Sophie Calle belgesel formun çağdaş sanat pratiğindeki rolünü yapısal olarak analiz eder. Performans, tiyatro ve Barthes’ın punctum kavramlarını tartışır. Calle’nin eserleri, bireyler arasındaki iş birliğini ve aktif katılımı vurgulayarak sanatta sosyal dönüşümü temsil eder.

Nicolas Bourriaud, ‘ilişkisel sanat’ kavramını ortaya koymuştur ve çağdaş sanatın sosyal bağlamdaki zayıflıkları onarmayı amaçladığını savunur. Bourriaud, sanatın özerk ve özel sembolik alan iddiasından öte bir olgu olduğunu belirtir. Jacques Rancière de ilişkisel sanatın, çağdaş toplumdaki ‘bağlantı eksikliklerini’ ele aldığını vurgular. Calle’nin çalışmaları, sanat eserinin anlamını ve estetik değerini sorgulamaktadır. ‘Gotham Handbook’ (1994), yazar Paul Auster’in Calle’e verdiği talimatlardan türemiştir ve görüntü ile metin aracılığıyla sosyal yoksunluğu araştırır.

Sanat eleştirmenleri ve sanatçılar, ilişkisel estetiğin sorunlarını araştırmışlardır. Joe Scanlan, bu tür durumların sosyallik ve samimiyet modellerinden uzak olduğunu savunmaktadır. Ancak Calle’nin ‘Suite Vénitienne’, ‘The Shadow’ ve ‘Cash Machine’ gibi eserleri, bu eleştirilerin aksine, katılımcıların habersiz olması nedeniyle farklı bir durumu ortaya koyar. Calle’nin çalışmaları, belgesel fotoğrafçılığın doğasını sorgular ve belirsizliği bir güç olarak kullanır.

Fotoğrafı belgeleme yerine eleştiri biçimine dönüştüren sanatçılar, 1960’ların kavramsal sanatından etkilenmişlerdir. Fotoğrafın gerçekliğe olan bağını da sorgulayan bu sanatçılar, belgeleme işlevini eğlenceli bir yapısöküm aracına dönüştürürler. Bu süreç, fotoğrafın sanat üzerindeki baskın kavramlarını sorunlu hale getirir. Green ve Lowry, fotoğrafların gerçeklik üretiminde önemli rol oynadığını savunur.

Calle  ‘The Shadow’ (1981) adlı eserinde, annesinden bir özel dedektif tutmasını ve kendisini takip ettirip fotoğraflatmasını ister. Bu çalışma, gerçek ve kurgu arasındaki farkı gözler önüne serer. Dedektifin raporları ile Calle’nin deneyimleri arasındaki büyük tezatı gösterir. Debord’a göre, ‘dérive’i gerçekleştirirken birey, tüm olağan motivasyonlarını bir kenara koymalı ve kendisini mekânın cazibesine bırakmalıdır. Bu süreç, arzularımızı ve korkularımızı keşfetmemizi sağlar.

Calle’in çalışmaları, sanat ve sanat fotoğrafçılığında tiyatrosallığın erdemleri üzerine tartışmayı gündeme getirir. Michael Fried ve Clement Greenberg’in modern sanat anlayışının aksine, tiyatrosallığın estetiği, izleyici ile sanat eseri arasındaki ilişkiyi zaman içinde  net bir biçimde kavrar. Barthes da punctum kavramıyla bu düşünceyi destekler.

Calle’in ‘Suite Vénitienne’ adlı eserinde, kişiler habersizce fotoğraflanır. Bu durum, anti-teatral bir idealdir. Calle, ataerkil toplumda bakışın geleneksel rolünü tersine çevirir ve erkek izleyicinin aktif bakışını kadın olarak üstlenir. Rosler’in terimleriyle, fotoğraf fotoğrafçı ve konu arasında bir ‘güç aktarımı’ haline gelir. Ancak Calle, güç ilişkisini ile bakış arasındaki mücadeleyi belgeler. Calle’in çalışmaları, gözetim ve etik ile ilgili sorular içerir ve izleyicinin bağlamın farkına varmasını sağlar.

Calle için, sormadan alarak bir şeyler geri vermek önemlidir. Eserleri, gözetleme ve etik arasındaki sınırları zorlar ve sanatın toplumsal rolünü yeniden değerlendirir. Sanatçının kuralları, kendi kendine dayattığı tuhaf ve takıntılı ritüellerle ilişkilidir. Postmodernist dünyada, doğru veya yanlışı belirleyen evrensel bir ahlak kuralı yoktur, sadece öznel yorumlar vardır. Ancak Calle’in çalışmalarının amacı, insan etkileşimlerini vurgulamak ve toplumsal bağlantıları ele almaktır. Bu eserler, etik ve estetik soruların ötesine geçerek, izleyicinin sanatı ve gerçekliği algılama biçimini yeniden tanımlamaya çalışır.

Sophie Calle, Fransız bir fotoğrafçı ve konseptual sanatçıdır. Onun sanatı, kişisel hikayeler ve gizli anılar üzerine yoğunlaşarak anlatısal ve kişisel bir yaklaşım göstermektedir. Çalışmalarında sıkça kendi hayatı, anıları ve deneyimlerini merkeze alır. İnsan davranışlarını gözlemleyerek ve başkalarının yaşamlarını keşfederek voyeuristik (röntgenci) ve ilişkisel bir bakış açısı sunar. Örneğin, bir eserinde başkalarının otel odalarına girerek onların kişisel eşyalarını ve alışkanlıklarını belgelemiştir.

Calle, fotoğrafçılığı metinler, günlükler ve diğer medya türleriyle birleştirerek eserlerinde daha derin ve katmanlı olmasını sağlar. Sanatı ve yaşamı arasındaki sınırları bulanıklaştırarak, sanatsal çalışmalarına kendi yaşamını ve deneyimlerini dahil eder. Bu da izleyiciye hem görsel hem de duygusal olarak hitap eden eserler üretmesini sağlar. Çalışmalarında genellikle bir araştırma veya belgeleme süreci yer alır ve belirli bir konu üzerinde derinlemesine araştırma yapar. Örneğin, “Exquisite Pain” adlı projesinde, sevgilisinin kendisini terk etmesinin ardından yaşadığı kendi acı çekme deneyimini diğer insanların acı hikayeleriyle karşılaştırarak bir dizi fotoğraf ve metin oluşturmuştur.

Sophie Calle’in 2012’den günümüze kadar gerçekleştirdiği bazı önemli çalışmaları şunlardır:

  • “Voir la mer” (2011-2012): İstanbul’da denizi hiç görmemiş insanları denizle tanıştırmış ve bu anları fotoğraflamıştır. Katılımcıların denizi ilk gördükleri andaki ifadeleri, çalışmanın merkezindedir.
  • “Take Care of Yourself” (Prenez soin de vous) (2007-2012): Sevgilisinin ona e-posta ile gönderdiği bir ayrılık mesajına odaklanarak, bu mesajı 107 kadına göstermiş ve onların düşüncelerini ve yorumlarını kaydetmiştir.
  • “Rachel, Monique” (2010-2014): Annesi Monique’in ölümünden sonra onun anısına yapılmış bir çalışmadır. Kişisel eşyalar, fotoğraflar ve metinlerle dolu bu enstalasyon, ölüm ve yas temalarını işler.
  • “Purloined” (2013): “The Sleepers” adlı 1979 tarihli eserinde yer alan fotoğrafların çalınması üzerine odaklanmış ve çalınan eserlerin hikayesini araştırarak, kayıp sanat eserleri üzerine bir sergi oluşturmuştur.
  • “What Do You See?” (Que voyez-vous?) (2013): Görme engelli bireylerin sanat eserlerini ve heykelleri nasıl “gördüğünü” keşfetmeye çalışmış, katılımcılar heykellere dokunarak hissettiklerini anlatmışlardır.
  • “Because” (Parce que) (2014-2016): Çeşitli fotoğrafların yanında “Parce que” (Çünkü) ile başlayan kısa metinlerle sunulmuş, her fotoğrafın hikayesini kısa ve öz bir şekilde ifade eden bir çalışma ortaya koymuştur.
  • “My mother, my cat, my father, in that order” (2018): Annesi, kedisi ve babasının ölümünden sonra yaşadığı kişisel kayıpları ve yas sürecini ele alır.
  • “The Bronx Museum” (2018): New York’taki Bronx Museum’da kayıp ve yok olma temalarını işler.
  • “Sophie Calle: Beau doublé, Monsieur le marquis!” (2019): Musée d’Orsay’da sergilenen bu çalışmada, François-Marie Banier ile birlikte Manet’nin “Olympia” tablosu üzerinden bir diyalog kurar.

Calle’in eserleri, izleyiciyi hem duygusal hem de entelektüel olarak etkileyen, derinlemesine düşündüren ve kişisel hikayelerin sanatsal bir anlatımı olarak nitelendirilebilir.

Calle’in ölüm ve mezarlık temalı çalışmaları arasında “Rachel, Monique” ve “Que faites-vous de vos morts?” öne çıkar.  “Que faites-vous de vos morts?” ise mezarlık ziyaretleri ve kaybedilen sevdiklerinin anısını yaşatma biçimlerini araştırır, ölüm ve yas tutma süreçleri hakkında duygusal ve dokunaklı bir perspektif sunar.

Calle’in kitapları da sanatçının çeşitli temaları ve projelerini belgeler. Örneğin, “Des histoires vraies: 66 Récits” hayatından ve çalışmalarından alınmış 66 kısa öykü içerirken, “Picalso” annesi Monique’in Picasso ile olan karşılaşmasını anlatır. “Sans lui” ayrılık deneyimini işlerken, “Noire dans Blanche” siyah beyaz fotoğrafların bir koleksiyonudur. “Sophie Calle” monografisi, sanatçının kariyerine kapsamlı bir bakış sunarken, “Erratum” yanlış anlaşılan veya yorumlanan projelerine odaklanır. “Sophie Calle: And So Forth” çeşitli projelerini ve performanslarını belgeliyorken, “Aveugles” görme engelli bireylerin en son gördükleri şeyler hakkında hikayeler sunar.

Bu kitaplar ve projeler, Sophie Calle’in sanatsal yolculuğunu ve farklı temalar üzerindeki araştırmalarını belgeleyen önemli eserlerdir ve sanatçının kendine özgü vizyonunu yansıtır.

Yaptiği işlerden, kitaplardan ve portrelerinden bir kaç örneği aşağıda poaylaşıyorum.

 

Not.

Flanör kavramı, 19. yüzyılın ortalarında Fransız şair ve yazar Charles Baudelaire tarafından ortaya atılmıştır. Baudelaire, “Les Fleurs du mal” (Kötülük Çiçekleri) adlı eserinde flanör kavramını detaylandırarak, bu figürü modern şehir hayatının gözlemcisi ve düşünürü olarak tanımlamıştır. Flanör, özellikle Paris sokaklarında dolaşarak şehir yaşamını izleyen, modern hayatın inceliklerini ve çelişkilerini keşfeden bir karakterdir. Bu kavram daha sonra Walter Benjamin gibi düşünürler tarafından da ele alınmış ve geliştirilmiştir.