Saint Germaine des Pres’de iki önemli bar-kafe Cafe de Flore ve Les Deux Magots

 

Bazı kafeler vardır ki, edebiyat, felsefe ve sanatın kokusunu taşırlar.
Paris’in 6. bölgesindeki Café de Flore ve Les Deux Magots da bu tür kafelerdendir. İtiraf etmeliyim ki, ben bu barlara olağanüstü bir kahve içmek için değil, barındırdıkları kültürel havayı içime çekmek için sevdiğim arkadaşlarımla gidiyorum. Kapıdan içeri adım atar atmaz, Simone de Beauvoir ve Jean-Paul Sartre’ın felsefi ya da aşk dolu sohbetlerini hayal ediyorum. Guillaume Apollinaire’in burada yazdığı yazıları düşünüyorum. Ya da André Breton ve Louis Aragon’un sürrealist tartışmalarını gözlerimin önüne getiriyorum.
20. yüzyılın Fransız entelektüel çevresinin toplandığı bu iki kafe, “edebiyat kafeleri” unvanını fazlasıyla hak ediyorlar. Saint-Germain Bulvarı’nda yan yanalar ve aralarında uzun süredir süregelen tatlı bir rekabet var sanki. İki barın hikayeleri birbirine benziyor. Yazarlar, ressamlar, filozoflar, sinemacılar, yönetmenler ve aktörler, kırmızı deri koltuklar ve terastaki hasır sandalyelerin üzerinde kimbilir ne saatler geçirmişlerdir. Birbirlerine çok yakın olmalarına rağmen, hangisinin orijinal olduğunu hangisinin diğerinin kopyasını çektiğini doğrusu bulamadım. Çünkü bugün sanki Flore biraz daha tanınmış gibi görünse de, Deux Magots’dan bir sene sonra açılmıştır. Hep düşünmüşümdür Türk turistlerin tercih ettikleri bu iki kafe-bar bugün için Fransız kültürünün canlı mekanları mı, yoksa zengin ama geçmişe ait bir dönemin tanıkları mı? Oturun, bir içecek sipariş edin eğer canınız rakı çektiyse her ne kadar aynı şey olmasa da André Malraux gibi bir soğuk Pernod içerek anın tadını çıkartın.
Saint-Germain-des-Prés’nin Koynunda
1884 tılında Saint-Germain-des-Prés meydanının Montparnasse’a bakan köşesinde, manastırın karşısında, Les Deux Magots adında bir bar açılmıştı. Burası daha önce 1813’te bir alış veriş mağazası imiş. Bir şarap tüccarı burasını satın almış ve lüks eşyalar yerine likörler ve şarapları yerleştirmişti. Adını ise biraz ötedeki sütunun tepesindeki hatta bugün bile hala bardaki müşterileri gözeten “magot” adlı iki heykelcikten almış. Açılışından kısa bir süre sonra, Saint-Germain Bulvarı ile Saint-Benoît Caddesi köşesinde bir rakip belirmiş: Café de Flore. Bu bar da adını, karşı kaldırımda duran çiçek ve bahçe tanrıçası Flora’nın heykelinden almış. Bulvarın karşı tarafında ise Brasserie Lipp var. 1880’den beri edebiyatçılara kucak açan bu önemli tarihi mekan da Saint Germaine’in efsane noktalarından biri.
Saint-Germain-des-Prés’in XVIII. yüzyıldan beri yazarlar, filozoflar, ve ressamları kendine çektiği söylenebilir. Bu sanatçılar arasında Balzac, Sand, Manet, Ingres veya Delacroix sayılabilir. Bugün, Delacroix’nin eski atölyesinde kurulan müzeyi ziyaret edebilirsiniz. Bu bölgenin entellektüel yapısı XX. yüzyılda, Grasset, Gallimard, Le Seuil ve Le Divan gibi önemli kitapçılarının burada açılmasıyla köklenir .
1970’lerde Les Deux Magots entellektüel çevrenin daha da rağbet ettiği mekan haline gelir.
Bu dönemde birkaç sokak ötede Récamier ve Vieux-Colombier tiyatroları kurulur ve Odéon tiyatrosu yeniden yapılandırılır: aktörler, edebiyatçılar, filozoflar, ressamlar ve entelektüeller için 6. bölgede boy göstermek olmazsa olmaza dönüşür.
Verlaine, Rimbaud, Mallarmé, absinthe içerler ve Les Deux Magots’nun ilk müdavimleri olurlar. Cafe de Flore solcu entelektüellerin vazgeçilmez mekanı olur. Guillaume Apollinaire, 1913 civarında buraya yerleşir. Les Soirées de Paris adlı dergi için Flore’da bir yazı yazacağı bir mekan kurar. Burada, dergisinin yazarlarından Philippe Soupault’a genç bir şairi tanıtır. Apollinaire şöyle söyler ” Philippe bu kişi, size şiirlerini okuduğum André Breton” der. Ve ekler “Çok iyi arkadaş olmalısınız.” Soupault, anılarında bu olayı anlatır. Gerçekten de arkadaş olurlar ve Flore’da sürekli buluşurlar. Bu buluşmalar, Fransız edebiyatı ve sanatının iki temel akımının doğmasına yol açar: dadaizm ve sürrealizm.
Ancak bu kafe-barların gerçek başarı hikayesi 1930’larda başlar. 1930 lu yıllara kadar bu civarda Montparnasse bölgesinin ezici bir üstünlüğü vardır. O yıllardan sonra hatta XX. yüzyılın sonuna kadar, Flore ve Les Deux Magots’yu vazgeçilmez mekanları kabul eden çok sayıda önemli isim vardır. Bazılarını sayayım burada Desnos, Picasso, Giacometti, Vilar, Prévert, Vian, Simone Signoret, Ernest Hemingway, Capote ve daha niceleri. Ama bir Jean-Paul Sartre vardır ki hep bu mekanlarla birlikte anılır. Sürrealizmden sonra, Saint-Germain kafeleri Jean Paul Sartre’ın varoluşçuluğunun doğuşuna tanık olurlar: Jean Paul Sartre muhtemelen Flore veya Les Deux Magots’da otururken L’Être et le Néant (1943) adlı eserini ve özellikle ünlü garson bölümünü yazmıştır. 1960’larda sinemanın önemli isimleri de bu kırmızı koltuklarda oturmuşlardır: Carné, Juliette Gréco, Jean-Paul Belmondo, Brigitte Bardot, Alain Delon, Jane Fonda, Jean Seberg. Hatta bazı şarkıcılar da burayı sevmişlerdir: Jacques Brel, Georges Brassens, Serge Gainsbourg…
Bu iki bar-kafe rekabet etmemişler veya tatlı bir rakabet etmişlerdir diyebiliriz . Müşterileri hiç sıkılmadan bir oraya bir buraya gitmişlerdir. Bu iki bar-kafe fiyat konusunda hiç bir yarışa girmemişler güzel bir lonca anlayışı sergilemişlerdir. Apollinaire ve arkadaşları, Sartre-Beauvoir çifti, Prévert’in grubu bir bardan diğerine geçmişlerdir. Bugün de müşteri sayıları birbirlerine çok yakındır çünkü ikisi de hep doludur. Kapı önündeki kuyruk zaman zaman uzar gider. Bazı günler bin beş yüz kadar misafir ağırlarlar! Ancak II. Dünya Savaşı Flore’un kömür sobası nedeniyle Les Deux Magots’dan biraz daha fazla müşteri çektiği bilinmektedir…
Nostaljik bakış açısıyla
20. yüzyılın başlarındaki fotoğraflara bakılırsa, iki mekan da pek değişmemiştir: küçük masalar ve sandalyeler, kırmızı koltuklar, mozaik zemin ve klasik siyah-beyaz kıyafetli garsonlar. Flore’da geniş aynaların altın bordürleri ve duvarlardaki mermer, mekana zarafet katar. Les Deux Magots ise büyük avizeler, yeşil bitkiler ve ağır bordo perdeleriyle süslü bir kız zerafetindedir. Mekan, oraya gelen ünlü kişilerin fotoğraflarını sergileyerek müze havasına bürünmüştür. Amaç, bu ünlü müşterilerin dekorunda kaybolmamızı sağlamak… Tabii ki bu ünlü mekanlarda yeni ünlülerle karşılaşmanız her zaman çok olasıdır. Fransız ve yabancı sanat, edebiyat, politika veya moda dünyasından bazı ünlülerle, fiyatlardan korkmayan birçok turist bu bar-kafelerde bugün birlikte keyif çatmaktadırlar.
Bu iki mekan her yıl iki ödül dağıtır. Bir tanesi umut vaat eden genç yetenekler ödülüdür. Les Deux Magots ödülü, 1933’te Raymond Queneau’ya yakın bazı yazarlar tarafından çok akademik görülen Goncourt ödülüne bir tepki olarak kurulmuştur. Diğer ödül ise 1994’te Frédéric Beigbeder’in Flore ödülüdür. Paris’in kültürel yaşamının bu iki önemli mekanının imajı sinemanın katkısıyla ölümsüzleştirilmiştir: Yeni Dalga’nın büyük yönetmenlerinin – Douchet, Eustache, Rohmer’in kameraları burada çekim yapmıştır.
Yazımı Étienne Daho’nun “Paris, le Flore” şarkısından bir alıntıyla bitireyim. “Paris bunalımdayken bile Saint-Germain ışıldar” der…