AOC’nin doğum hikâyesi

 

AOC Fransa’da ortaya çıkmış, şarapların kalitesini korumaya yönelik bir sistemdir. Şarapçılıkta iddiası olan ülkelerde kullanılmaktadır. Ülkemizde “Şaraba yol mu verilmelidir, yoksa önü mü kesilmelidir?” konusu hâlâ kesinleşmediği için, henüz bu sisteme değinememiştik. Bu yazımızda, kökeni belli şarapları adlandırmada kullanılan AOC teriminin çıkış noktasını anlatacağız.

Olay 1854 yılında Paris’te başlar. III. Napolyon, Paris’te ‘Evrensel Sergi’yi hazırlamaktadır. Bordeaux bölgesinden en iyi ürünlerini göndermelerini ister. Bordeaux’lular Bourgogne ve Champagne bölgelerinin sergiye şarapla katılacaklarını öğrenirler. Onlar da şarap göndermeye karar verirler. Ancak gönderecekleri şarapları hangi yöntemle seçecekleri konusunda karar vermekte zorlanırlar. Ticaret Odası’ndan yardım isterler. Ticaret Odası bir komisyon oluşturur. Bu komisyon yıllar boyunca en pahalı 60 şarabı belirler. Onlara göre fiyat, kalitenin en önemli göstergesidir. Bu 60 şaraba ‘Premier Cru’ adını verirler. 15 Nisan 1855 tarihinde beş grup da 60 şarabı teslim eder. Bu beş gruptan dört tanesi Medoc, biri Haut-Brion’dur. Saint-Emilion ve Pommerol’u (Petrus) Bordeaux şarapları içinde saymazlar, çünkü bunlar Bordeaux sınırları dışında, Liboune adlı bölgededirler. Beyazlardan Sauternes şaraplarını seçerler. Château d’Yquem’i çok özel bir yere yerleştirip ‘Premier Cru Superieur’ diye adlandırırlar…

Bugüne kadar bu seçilmiş 60’ların arasına girmeyi başarabilmiş tek bir şarap vardır: Mouton Rothschild. Bu şarabın listeye girebilmesi kolay olmamıştır. Baron Philippe de Rothschild’in bastırması ve 1973 yılında Jacques Chirac’ın Tarım Bakanıyken verdiği destek sonucunda bu iş başarılmış ve bu ünlü şarap hak ettiği yeri bulmuştur. Premier Cru olarak seçilen bu şarap, lokomotif görevini üstlenerek Château’sunu ön plana çıkarmayı başarmıştır. Diğer ünlü Premier Cru’lar ise Lafite, Latour, Margaux Haut Brion ve Yquem’dir. Premier Cru mükemmellik ister. Sıradanlık hissedildiği anda klasifikasyondan düşer.

Paris’te beni havaalanından şehre götüren taksi şoförü nereden geldiğimi öğrendikten sonra İstanbul’daki havayı sordu. Cevabını verip, daha az sıradan bir soruyu kendisine yönelttim: Hangi şarabı seviyordu. Cevabı çok hoşuma gitti. “İşte dalga geçilmeyecek bir konu!” dedi. “Şarap şakaya gelmez. En güzel şaraplar Bourgogne bölgesinden çıkar. Paris’teyken mutlaka bir şişe Mercury için.” Maalesef sözünü tutamadım ve ben yine yönümü Bordeaux’ya çevirdim. Hiç pişman olmadım desem yalan olmaz. Özellikle de 1986 Cote de Castillon mükemmeldi, diyebilirim.

Ülkemizde şarap şu anda çıktığı yerden alaşağı edilmezse, mutlaka benzeri düzenlemelerle kalite kontrolü standart hale getirilmeli ve denetim sıkı bir şekilde yapılmalıdır… İşte o zaman Türk şaraplarının kalitesi giderek artacak ve dünya standartlarını yakalayacaktır. Yanlış anlaşılmak istemem; ülkemizde de kaliteli şaraplar üretilmekte ve bu şaraplar ülkemize has üzümlerden yapıldıklarından, şarapseverler için özel bir anlam taşımaktadırlar.