Masahisa Fukase; Bir Japon Fotoğrafçı..

Doğumu 1934 – Ölümü 2012;

Raven-Kuzgun 

Karga, sadece karga değildir.

Japonya’da ilk fotoğraf 1857 yılına aittir ve fotoğrafın bulunuşuna göre nispeten geç bir zamanda, Japonya’ya ilk gelen Daguerrotype’in  sahibi Nariaka adlı bir derebeyinin portresidir.

Kendisi ilk kamerasını 10 yıl önce getirtmiş olduğu bilinmekte ama fotoğraf çekip çekmediği net değil. Japonya’da fotoğraf Avrupa ve Amerika’ya kıyasla daha geç başladı ve daha yavaş gelişti. Önceleri daha çok imparator Meiji’ye  hizmet eden fotoğrafçılar, daha sonra  bununla yetinmeyerek seyahat fotoğrafçılığı yapmaya başladılar. 2. Dünya savaşı bittiğinde ise foto muhabirliğinin yanı sıra hükümeti destekleyen propaganda fotoğrafları dışında başka şeyler yapmaktan çekiniyorlardı. Bu nedenle o dönemlerde gerçeküstü, piktoryalist ve avangart fotoğrafçılık ezilip gitmişti. 1990-1938 yılları arasında Sen’ichi Kimura’nın başlattığı “Yeni Fotoğraf” akımı fotoğrafta yeni ifade şekilleri aramıştır. Bilindiği gibi fotoğraf endüstrisindeki en büyük şirketler Japonya’da doğmuştur ve endüstrinin aynında fotoğraf sanatının gelişmesinde de çok katkısı olmuştur. Bu şirketlerden en çok bilinenlerden Nikon 1917’de, Pentax ve Olympus 1919’da, Canon 1933’te ve Fujifilm 1934’te kuruldu ve buna bağlı olarak Japon fotoğrafçılığı da süratle gelişmeye başladı. Çağdaş fotoğrafçılık ise; Araki, Moriyama, Fukase, Sugimoto ve Tomatsu ile bugünlere geldi. Bunun sonucu olarak Kyotographie, Kyoto uluslararası fotoğraf festivali her yıl düzenli yapılmaktaydı ancak bu yıl virüs kurbanı oldu ne yazık ki…. Ben, bu Japon fotoğrafçıların arasından çok önemli olduğunu düşündüğüm çağdaş Japon fotoğrafçılarından Masahisa Fukase’yi anmak istedim.

Japon fotoğrafçı Masahisa Fukase, 1976 yılında 13 yıl evli kaldığı ikinci karısının onu terk etmesinden sonra yaşadığı yalnızlık ve üzüntü duygusunu kuzgun figürlerine yansıtarak çektiği fotoğraflarıyla oluşan ve 1986 yılında yayımlanan ünlü fotoğraf kitabı Ravens ile tanınmaktadır. Ravens’in yayınlanmasından bu yana otuz yıldan fazla zaman geçti ama hala Japon fotoğrafçılığının başyapıtlarından biri olarak övülüyor. Oysa kırk yıllık fotoğrafçılık kariyerinde Fukase’nin neler yaptığını anlamak için elde yeterince malzeme var.

Fukase, 1992’de devamlı gittiği barın merdivenlerinden düştü ve  felç oldu. Yaşamının son 20 senesini hiçbir şey yapamadan, şuurunun kaybetmiş şekilde felçli olarak geçirdi. Bu tatsız ve uzun süreç Kuzgunlar kitabı hariç, fotoğraf alanında yaptığı diğer çalışmaların unutulmasına da neden oldu. Uzun soluklu iki projesinden biri olan Family ( Aile,1971–89) ile ikincisi Memories of Father ( Babanın Hatıraları, 1971-87) kitaplarını, hatta Hibi (Günlük), Private 92 ( Özel 92) ve Yogi (Oyuncu insan) çalışmalarını inceleyerek Fukase fotoğrafçılığını anlamaya çalışabiliriz.

2012 yılında ölen Fukase, arkasında geniş bir arşiv bıraktı. Fukase’nin hikayesi Japonya’nın Nakagawa bölgesinde küçük bir kasaba olan Bifuka’da başlıyor. Bu kasabada dedesinin kurduğu çok önemli bir fotoğraf stüdyosu, daha sonra babası tarafından  işletilmişti. Babası Suzeko, bu işi Masahisa Fukase’ye devretmeyi planladığı için onu 6 yaşından itibaren bu şekilde eğitmeye çalıştı ama bu baskı biraz ters tepti. Her ne kadar, Tokyo’daki tek fotoğraf okulunda öğrenciliğine devam etse de, okul bittikten sonra babasının yanına, doğduğu kasabaya dönmeyerek özgürlüğü seçti. Kendisiyle yapılan bir röportajda şöyle diyor: “Ya fotoğrafçı olacaktım, ya da fotoğraf sanatçısı ve karar vermek zorundaydım.” Mezun olduktan sonra Tokyo’da kaldı ve başlangıçta bir süre hayatını fotoğraftan kazanmaya başladı. Bu sürede fotoğraf stilini yarattı ve kavramsal bir fotoğrafçı olarak isim yapmaya başladı. Çalışmaları Camera Mainichi ve Asahi Camera gibi dergilerde yayımlanmaya başladı ve gittikçe ünlendi. Kendisine büyük bir prestij getiren Raven kitabının 1986 yılındaki ilk baskısı, İngiliz fotoğraf dergisi tarafından 25 yılın en iyi fotoğraf kitabı seçilince açık arttırmada 3.500 $ fiyata alıcı buldu. İkinci baskısı ise,  3 yıl önce çıktı, bu kitabı fotoğraf severlerin kütüphanesinde yer almasını öneririm.

1964’te Yoko Wanibe ile evlendi. O sırada çektiği fotoğraflar, karı koca arasındaki sürekli sürtüşmenin bir dışavurumu gibi görülmektedir. Karısı daha sonra şöyle söylemiştir: “Birlikte yaşadığımız on yıl içinde, bana sadece kameranın merceğinden baktı!..” Aslında ne acı bir suçlama değil mi?

Varoluşsal sorunların içine düştüğü 1971 yılından itibaren yıllardır hiç gitmediği kasabasına düzenli olarak gitmeye başladı. Orada köklerini ve yaşam enerjisini bulduğunu söylemiştir. Sevdiği insanları, babasını ve ailesinin diğer fertlerini fotoğraflamaya başlamıştı. Bu çekimlere 20 yıl boyunca devam etti ve 1991 yılında bir kitap olarak yayınladı ve bu kitabına “Baba, Ailesi ve Hatıralar” adını verdi. Bu kitabında; günlük hayattan fotoğraflar, yıldönümü gibi özel günler ile kutlama fotoğrafları yer almaktadır. Bu projesinden önce,1960 yılında “Aile” projesine başladığını hatırlamak gerekir. Eşi ile ilişkisini sanata dönüştürmeye çalışıyor ama bu seride aile ile çok yakın ilgilisi olmayan nü ve yarı nü fotoğrafların yer aldığını görüyoruz. Sanki izleyici ile kafa buluyor, eğleniyor gibi bir havası var. Belki de babasının görmek istemeyeceği başarısız şımarık oğul portresini çizmeye çalışıyor, kim bilir? Uzun soluklu çalışmalarını ise şöyle açıklıyor: “Kamera aile üyelerini tespit eder, yani zamanı durdurur ve o anda ölümün bir kayıt aracı gibidir. Zaman kaçınılmaz olarak geçer gider ve ölüm hepimiz içindir. Ölüm yaşlı insanlara, gençlere, çocuklara hatta bana kadar gelir. Benim için her şey, sonunda hırpalanmış eski bir fotoğraf albümüne yapışacak bir hatıra fotoğrafıdır.” Fukase’ye göre fotoğraf ölüm gününe kadar geçen süreyi kaydediyor ve ardından güzel bir final sağlıyordu.

Babası 1987 yılında, karlı bir günde öldüğünde Fukase aileyi topladı ve son bir hatıra fotoğrafı çekti. Babası yaşarken durduğu yere, 1974 yılında kendisinin çektiği babasının bir portresini ölümünden sonra yerleştirdi. Böylece babası ölmüş olsa da, o ölüm aracı olan kamera tarafından hayata döndürülmüş oldu. Daha sonra tekrar fotoğraflandı, böylece babası sadece bir fotoğrafta var olmasına rağmen, izleyicinin bakmasına olanak sağlayarak “ölüm, ölümü iptal etti” gibi felsefi yaklaşım sağladı.

Babasının ölümünden sonra aile fertleri değişik yerlere taşındılar ve aileden başka biri de üstlenmeyince seksen yıllık stüdyo kapandı.

Fukase, çalışmalarında kamerayı zamanın sınırlarını delen bir tür tabanca gibi kullanıyor. Mermi son derece yavaş hareket ediyor, görünüşte neredeyse hareketsiz ama sonunda istenen hedefe ulaşıyor. Fukase bu tetiği yıllarca tekrar tekrar, önce karısına, sonra ailesine çekti. Fukase’in fotoğrafçılığında geçmişin kalıntıları ve mezar taşlarını görür gibi oluyoruz.

Bütün yaşamını fotoğrafa vermiş, eşi kendisini terk ettiğinde 6 ay boyunca gergin bir şekilde, sabahtan akşama kadar 1000 mm teleobjektifi İle gökyüzünde kuzgun avlamıştır. Kuzgun’un iki dünya arasında bir sembol olduğunu anlamış, yaşayanlar için ölümü (eşinin yok oluşu), ölü ruhlar için ise hayatı temsil eden bu “kapkara yaratığı” gece gündüz demeden, yeryüzünü ve gökyüzünü tarayarak resmetmesi başka neyi gösterir ki? Başka bir sergisinde ise, kargaları kartpostallara basıp, uygun bir yerine renkli fosforlu kalemlerle karga desenleri çizmiş. Buna depresyondan kurtuluş aşaması mı desek?

Fukase’yi ve Karga kitabını bu kadar çok sevmemin ilk nedeni Fukase’nin kişiliği ve fotoğraf tutkusu ise, ikinci nedeni çok güzel serilere imza atmış olmasıdır. Yani, özetle Fukase sağlam ve ilginç bir fotoğrafçıdır.