Üç Günlük Tuhaf Bir Gezi Öyküsü

Üç Günlük Tuhaf Bir Gezi Öyküsü

  • Günaydın! G20 ye mi geldin?

Ha!, Ah!, uf!, zorla gözlerimi açıyorum, omzum ağrıyor. Uzun kuyruklu, alacalı kahverengi tonlarda, uzun tüylü, sevimli bir sincap gözlerimin içine bakıyor.

  • Hoş geldin, adım Lucy. Bana adımla hitap edebilirsin.

Şaşkınım…

  • Günaydın Lucy ben neredeyim?
  • Tam Central Park’ın ortasındasın. Biz sincaplar buraya takılırız. Paraşütünü açamamışsın… Yoksa böyle düşmezdin. Ama en güzel yere düştün. Hadi gel buradan çıkalım. Kapının önündeki Sinderella’nın arabasıyla gezdireyim seni.

Central Park’ın 5 Avenue ye açılan kapısından çıkıyoruz. Sinderella’nın arabasını atlar çekiyor. Kulaklarının üzerinde rengârenk tüyler, uzun püsküllerle süslenmiş atlar ve atlı arabalar…

Bir tanesine atlıyoruz.      Plaza Hotel’in Türk bayraklarıyla süslü kapısının önünden geçip Parkın etrafında turalıyoruz. Lucy bana sokuluyor. 

  • Buraları çok severim en çok meşe palamudu burada! 
  • En güzel meşe palamudu burada, en güzel yemekler nerede?
  • Le Bernardin, Per Se, Porter House, Gramercy Tavern, Babbo, Nobu daha bir sürü var. Sen paradan haber ver. Ha sahiden, Paran var mı?
  • Sen merak etme hallederiz….
  • O zaman gel SoHo ya gidelim….

Beni Metro ya indiriyor. İtalyan mahallesinden yeryüzüne çıkıyoruz. Güneş gözümü alıyor. Duvarlar grafitti dolu, gökyüzü masmavi. Gökyüzünde bir helikopter görüyorum. Lucy kuyruğunu oynatıyor pilotun yanındayız, Lucy bir omzumda bir kucağımda… Birbirimizi çok sevdik.  Pilot – ne güzel bir çift oluşturmuşsunuz diye iltifatta kusur etmiyor. 

  • Tanışalı 2 saat oldu diyorum. En güzel fotoğrafı nerede yakalarım. 

Aşağıyı gösteriyor…

  • Manhattan köprüsüne git oradan Brooklyn Köprüsünü çek, köprü en güzel oradan görünür.  Hudson nehrinin üzerindeyiz buraya göç kapısı Ellis adasını, Özgürlük Anıtını tanıyorum.
  • Kim tanımaz ki onları diyor Lucy
  • Amerika özgür mü? Diye soruyorum.
  • Bu kadar göç olmasaydı olurdu diyor.
  • Anlaşıldı sen Yahudi komşuya da tahammül edemezsin.
  • Bizim buraların yarısı Yahudi, biz onları severiz onlar da bizi idare eder, diyor.

Arka sırada Renkkörleri Adası, Karısını Şapka Sanan Adam romanlarının yazarı Oliver Sacks’la selamlaşıyoruz.”müzik ve beyin”  konulu konferans vermeye gelmiş buraya. 

  • Gelmezsen darılırım diyor.
  • Bakarız diyorum Lucy ile biraz işimiz var…

Helikopterden atlıyoruz. Brodway’e iniyoruz. Hair müzikalinin son biletlerini alıp içeriye dalıyoruz. Good Morning Starshine ve Aquarius şarkılarının 1979 yılı Milos Forman filmi aklımda. Lucy gözlerini kapıyor. Erotik sahnelerden rahatsız oluyor, sahnede ot içiyorlar. Çıkıyoruz.  

Akşam yemeğinde Lucy Le Bernardin’e yerimizi ayırtmış bile. Teşekkür ediyorum. Kulak kepçemin köşesinden bir fırt dişliyor. Bana da marine Japon salatalık eşliğinde Kampachi tartar ısmarlıyor. Çok beğeniyorum uzun kuyruğunu okşuyorum. Gurme menüyü keyifle bitiriyoruz. Şarapları onlar seçmişler.  Tatlar damakta kalıcı olarak yerlerini buluyor. Mutluyuz.

  • Dur daha bitmedi Blue Note’a cafe cognac içmeye gideceğiz. Manhattan Transfer’i dinleyeceğiz. 

Manhattan Transfer Chris Rea ya adadığı albümün tanıtımını yapıyor. . Louis Armstrong veya Nat King Cole’u dinlemeyi tercih ederdik. Buraya en çok onlar mı yakışırlar? Daha niceleri var; Duke Ellington, Billy Joel, Simon ve Garfunkel, Norah Jones, Jennifer Lopez, Mariah Carey, Barbara Streisand, Sammy Davis Jr. ilk aklıma gelenler….

Sabah kafama bir meşe palamudu fırlatarak uyandırıyor. Gezecek daha çok yer var, diyor.

Sabah sabah bir sergiye götürüyor. 

  • Sincap olmak daha iyi, bak sizinkiler Çindeki mahkumlara neler yapmışlar. Pariste protestolar nedenile kaldırılan sergide ilginç görüntülerle karşılaşıyorum. Herkesin yüreğinin kaldıramayacağı görüntüler. Damarları bırakıp tüm diğer dokuları yok etmişler bir kadavrada. Dünyanın etrafını 2 defa dolaşacak uzunlkuktaki kırmızı damarları  görünüyor havada ama vücut yok ortada. İlginç sanat eseri olarak kabul edilebilir. 
  • Kalb dışında burada herşey var diyor Lucy. 

South Street Seaport tan Pier  17 yi gezerek yukarı doğru yürüyoruz. Oradan yönümüzü İtalyan mahallesindeki festival çeviriyoruz. Bir ölümlünün görebileceği en büyük etin nasıl piştiğine şahit oluyorum. 

  • Lucy iştahım kaçıyor. 

Lucy ile türkçe anlaşıyoruz. Bizim türkçe konuştuğumuzu gören bir kaç Türk yanaşıp Lucy den yanak alıyorlar. Hertaraf insan kaynıyor. Işveçliler, Hintliler, Çekik gözlüler, Obezler, Sarıbenizliler, Aids’liler, Gayler, Zenciler….. 

  • Lucy kurtar beni….

Lucy beni deniz taksiye atıp Brooklyne çıkarıyor. Nat King Cole’ün evine götürüyor. Bu güzel şehire ait şarkıları dinliyoruz başbaşa….

Neler dinlediğimizi merak edersiniz diye şuraya yazıyorum.

 Neil Diamond’dan I Am, I Said“, ”  Jennifer Lopez’den Jenny From The Block , Stevie Wonder’dan Living for the City ,  Ricky Martin’den “Livin’ La Vida Loca”,  Suzanne Vega’dan Ludlow Street” ,  Paul Simon’dan “Me and Julio Down by the Schoolyard” , The Rolling Stones’dan  “Miss You” ,  Bee Gees’den  “Nights on Broadway” , Marianne Faithfull’dan “Penthouse Serenade” , Lou Reed’den “Perfect Day , Bob Dylan’dan Positively 4th Street” , Kenny G’den Tribeca” ….. 

Paramız azalınca Lucy beni Wall Street’in soğuk gökdelenleri arasında bir ATM ye götürüyor içinde dünyanın parası var görüyorum. Azıcık alıyorum. Aslında şehir para dolu… Lucy gökyüzünden paralar yağdırıyor kendimi “Lucy Harikalar Diyarında” hissediyorum. Lucy beni güzel gezdiriyor. Luna park’dan çıkarıp kitapçılara sokuyor..     Barnes &Nobles’den çıkıp Borders a giriyoruz. Ben kitap alıyorum 

Paul Auster in Moon Palace, J. D. Salinger in The Catcher in the Rye, Tom Robbins in Skinny Legs and All  romanlarını seçiyorum. Yolda okurum

Oku oku adam olursun!!!! Lucy benimle dalga geçiyor. Geçen hafta SoHo dan ve Beşinci caddeden çıkaramadığı Füsun hanıma şehri gezdirememiş. So Ho dünyanın moda merkeziymiş.

Lucy beni sinemaya götürüyor. Dünyanın sorunlarına karşı hassas kılmak itiyormuş. “Fuel” filminde bu büyük ülkenin dünyanın  petrolünün % 2 sine sahipken % 30 unu harcadığını öğreniyorum ama şaşırmıyorum. Sinema çıkışında fıstık dağıtıyorlar onun için beni bu filme getirmiş, Gala’nın kalabalık kalabalık görünmesine katkım oluyor. Ben fıstığa itiraz ediyorum.

  • Ben Buffalo Wing ve Bloody Mary isterim
  • Tamam sana spesiyal yaptırıyorum…
  • Lucy yoruldum dönelim!
  • Olmaz , “Babbo”’ da yer ayırttım diyor, Lucy . 

Hatırlıyorum Meral Demirel  bu restoranı önermişti. Daha sonra evinde DVD seyredecekmişiz. Sağlam filmleri varmış Lucy’nin. Washington parkının köşesinde Babbo’da  makarna ve şarap ziyafeti çekiyor rehberim bana… Aklıma Gilbert Becault ve Nathalie geliyor. Ben de Lucy ye bir şarkı yakabilirmiyim acaba?

Ama İstanbula gelirse Çiya da kebap yemeğe götüreceğime dair söz veriyorum. Ayrılacağız diye hüzünleniyoruz.

Ona film seyretmeye gidiyoruz.

Evinin duvarlarında komşularının fotoğrafları asılı.. Kimler yok ki. Woody Allen’i, John Travolta’yı, Susan Saradon’u,  Jack Nickholson’u  ve daha birçok tanınmış simayı seçiyorum.

Önüme bir sürü film DVD si atıyor: Marathon Man”  Hello, Dolly, West side Story, Midnight Cowboy, French Connection, The Godfather, Akbabanın üç günü, King Kong, Taxi driver, Saturday Night Fever. Manhattan, Sophie’nin Seçimi, Bir zamanlar Amerika,  Radio days, Wall Street, Ghost,  Kadın Kokusu

  • Seç bir tanesini seyredelim…. Bu filmler bizim mahallede çekildi.

Bir film seyredip kendi mahalleme dönüyorum………