Çok cephede çalışmış bir kadın fotoğrafçı ile Dadaist bir fotoğrafçı…

 

 
 
Açıldığı 1996’dan beri Maison Europeenne de la Photographie’yi (MEP) yöneten Jean Luc Monteresso, Paris’in bu önemli fotoğraf merkezinden artık ayrılıyor. Yönetimin başına Londra Tate Galerinin fotoğraf bölüm başkanı sanat tarihçisi Simon Baker geliyor. Kendisinden MEP’de çok önemli sergilere ev sahipliği yapmasını dilerken, Musee de Jeu de Paume’daki çok önemli iki sergiyi bu sayfalara taşımak istedik.
Birincisi 1948, Baltimore doğumlu Amerikan fotoğraf sanatçısı Susan Meiselas’ın  retrospektif sergisi.
 
 
1976 yılından bu yana Magnum fotoğrafçısı olan Susan Meiselas’ın, Alberto Korda’nın çektiği Che Guvera fotoğrafı kadar ünlü bir fotoğrafı var. 1979’da Nicaragua’daki özgürlük savaşı sırasında çekilen, sol elinde tüfeğini tutan sağ eli ile molotof kokteylini fırlatmaya hazırlanan adamın fotoğrafı Nikaragua devriminin simgelerinden biri oldu.
Free lance çalışan Meiselas 1970’lerin sonunda, muhalefet gazetesi La Prensa’nın direktörüne yapılan suikastın başlattığı ayaklanmayı gözlemek ve fotoğraflamak  üzere Nikaragua’ya gitti. 
Nikaragua Sandinista Devriminin renkli görüntüleri ile dünyanın en ünlü foto muhabirlerinden biri oldu. Susan Meiselas, bu ayaklanmada bir foto muhabirinin yaptığı gibi bir dizi yalıtılmış haber fotoğrafları çekmedi, günlük gelişmelerin tarihi sürecini göstermeye çalıştı.
 
1970’li ve 1980’li yıllarda Orta Amerika’daki çatışma bölgelerinden gönderdiği çok güçlü renkli görüntüler ile tanındı. Musee de Jeu de Paume’daki sergide de, savaştan insan hakları sorunlarına, kültürel kimliğe, seks endüstrisine kadar birçok konuyu kapsayan fotoğraf, film, video ve arşiv materyallerini görme olanağı buluyoruz.
Susan Meiselas’ın bu retrospektif sergisi1970’li yıllardaki fotoğrafçılığın gelişimine odaklanıyor. İlk başlarda Meiselas’ın portreleri konularına nasıl soktuğunu görüyoruz. 44 Irving Caddesi’nde (1972), fotoğrafını çektiği kişilerden. o anki durumlarını ve duygularını yazmalarını istedi. Sergide bu yorumlar fotoğrafların yanında yer alıyor. 
Susan Meiselas, 1970’li yıllarda belgesel fotoğrafçılığa başladı ve modelleriyle yaşadığı etkileşimlerini sorgulamayı o zamandan beri sürdürdü. Uzun vadeli  projelerinin her biri, fotoğrafı ve görüntünün çağdaş toplumda oynadığı rolü inceliyor. Arabuluculuk (1982) adlı  sergisi ile imgelerin anlamlarını sorguluyor. 
Yeni teknolojiler sayesinde fotoğrafçılık, küresel değişimin boyutlarını gösteriyor. Meiselas’ın tutumu, arşivi daha önce az görülmüş değerde. Nikaragua ve Kuzey Irak kürtlerine ayrılmış iki serisi bu sergide geniş yer tutuyor.
Carnival Strippers adlı seride (1975) striptiz yapan kızların görüntülerin alındığı ortamdaki seslerin kaydı sergiye başka bir boyut kazandırmış. Bunu, bugün  foto muhabirlikte yaygın olarak kullanılmaya başlayan yöntemin ilk uygulamalarından biri olarak kabul edebiliriz. Bu fotoğraf serisini hazırlayıp bir dergiye sunduğunda; “Biz bunları hiçbir zaman basmayız, siz gidin Demokratların genel kurulunda konuşan kadınları çekin” yanıtını almış. Denileni yapan Meiselas da, tesadüfe bakın, orada Magnum fotoğrafçısı Gilles Peress ile tanışımış. Peress’in önerisi ile Magnum’a kabul  edilen Meiselas’in arşiv belgeselciliğine ve görsel hikayelerinin toparlanmasına olan ilgisi bu dönemlere  kadar uzanır (Lando, 1975). Kuzey Irak konusundaki araştırmalarında da bu arşivciliğinden yararlanan Meiselas’ın fotoğrafını işlerken kullandığı sanatsal yaklaşım  zamana göre gelişebilen gerçekliği tamamlamaya yarıyor.
Sergi, Susan Meiselas’ın kişisel ve jeopolitik yaklaşımını göstermekle kalmıyor, aynı zamanda hem zaman içinde hem de çatışmalarda nasıl evrimleştiğini de bizlere gösteriyor. Kendisinin de olaylardaki şahitlik rolünü de nasıl sorguladığını anlayabiliyoruz.
Sergide, Meiselas’ın katıksız bir belgesel fotoğrafçı olduğu açıkça görülüyor.
 
 
KUTU: Kamera ait olmadığınız bir yerde olmanız için bir bahanedir. Benim bir yere bağlanmamı ve ayrılmamı sağlar. SUSAN MEİSELAS
 
KUTU; Susan Meiselas (Baltimore, Maryland, 1948)
1970’te edebiyat fakültesinden diplomasını aldı, 1971’de Harvard Üniversitesi’nde Güzel Sanatlar Yüksek Lisansı yaptı. Halen New York’ta yaşıyor . Paris, Madrid, Amsterdam, Frankfurt, Londra, Los Angeles, Chicago ve New York’ta kişisel sergiler açtı ve çalışmaları Amerikan ve uluslararası koleksiyonlarda yer aldı.
Bu retrospektif, Meiselas’ın Avrupa’da yapılan en büyük retrospektif sergisi. Bütün büyük eserleri bir arada sunuluyor: Nikaragua – Arabuluculuk (1978-1982) , Kürdistan (1991-2007), bazıları nadiren sergilenen dört serisi ve aile içi şiddet konusu üzerine son çalışması; A Room of Their Own (2015-2017).
 
 
 
 
RAOUL HAUSMANN
 
Raoul Hausmann’ın (Avusturya, 1886-Limoges, Fransa, 1971) fotografçılığı her nedense
uzun süredir göz ardı edilmekte ve önemsenmemektedir.  20.yüzyılın bu önemli sanatçısı, her şeyden önce, Berlin’de Dada  akımında  oynadığı büyük rolün yanısıra,  fotomontajları ve optofonetik şiirleri ile ünlüdür. Dadacıların 12 Nisan 1918’de Berlin’deki Sezession’da düzenledikleri ilk suarede 
“Resimde Yeni Malzeme” adlı bir manifesto okumuştu. 
Sanatçı, yazar, dergi editörü, yeni akımların öncüsü Raoul Hausmann, arkadaşı Franz Jung’a göre ’önde gelen kültürel ajitatör’dür. Yazılı basından alıntıladığı görsel imajlarla, kelimeleri, kombine ederek, politik hiciv, sosyal yorum ve eleştiriler içeren fotomontaj çalışmalar yapar. Raoul Hausmann, eserlerinde tipografi ve gazete dergilerden elde edilen farklı parçaları bir araya getirerek yeni anlamlar oluşturur ve Dada akımının kışkırtıcı ve başkaldırı niteliğinde bir akım olduğunu gözler önüne serer.
‘Berlin’ adlı filmini 1927’de fotoğrafçı gözüyle çekti. Belgesel fotoğrafçılığa çok önem verdi ve bunu yaşam biçimi ve kişisel felsefesi ile birleştirdi. En önemli arkadaşları arasında August Sander, Raoul Ubac, Elfriede Stegemeyer, Laszló Moholy-Nagy vardı.
Moholy-Nagy, Hausmann’ın eski bir kız arkadaşına, Vera Broïdo’ya açıkça şunları söylüyordu;”Her şey Raoul’dan öğrendiğimi kesinlikle biliyorum. “
İkinci Dünya Savaşı sırasında Moholy-Nagy, Hausmann’ı Chicago’da kurduğu Tasarım Enstitüsü fotoğraf bölümüne  davet etti, ancak Hausmann kabul etmedi.
Naziler tarafından yoz sanatçı ilan edilen Hausmann, baskılarını, çizimlerini ve kolajlarını bırakarak sürgüne gitti. Kayıp olduğu sanılan fotoğrafları yıllar sonra kızının Berlin’deki evinde bulundu. Bunları çeşitli müzeler satın aldılar. Musee de Jeu de Paume müzesindeki sergisinde Hausmann’ın 140 orijinal eseri yer alıyor.
Hausmann önce Kuzey Denizi ve Baltık’taki küçük köylere sığındı. O bölgede uzun süre kaldı. Bataklıkları, dalgaları, kum tepelerini, çıplakları ve otları fotoğrafladı. Güzel olmayanın içindeki güzeli aradı. Mükemmeliğin peşinde koşmak yerine özgürce davranmakta karar kıldı. Zamanın acımasızlığına karşı sakin ve onurlu durmayı yeğledi.
Hausmann sürekli olarak insanların egemen olmadıkları bir dünya hayal etti. Nü fotoğrafları sanki  canavar nazi vücutlarına karşı bir isyandır. Basit kameralarla  gelişmiş bir varoluş çizgisi çizmek ister.
Reichtsag yangınından sonra Almanya’dan kaçtı ve İbiza adasına gitti. Adanın iç bölgeleri için “Buralarda sürprizden sürprize koşarsınız” der. İbiza’da köylülerin beyaz evlerine hayran kalan sanatçı, “mimarsız mimari” dediği bu evleri fotoğraflayarak envanterlerini çıkardı. İspanya iç savaşının başlaması Franco’nun İbiza’da gücü ele geçirmesinden sonra yeniden yollara düştü. Yaşamı 1971 yılında Fransa’nın Limoges kentinde sona erdi.
Hausmann’ın Jeu de Paume’daki bu geniş sergisi 1936’da Zürich’te açtığı sergideki büyük boy fotoğraflardan oluşuyor.
Jeu de Paume’a, böylesi büyük bir fotoğrafçı ve sanat insanını bizlere tanıştırdığı ve hatırlattığı için teşekkür etmek gerekir diye düşünüyorum. Ayrıca  20 Mayıs 2018’e  kadar açık kalacak Meiselas ve Hausmann sergilerine, Paris’e yolu düşen fotoğraf severlerin mutlaka uğramasını tavsiye ediyorum