A Travers

Fotoğrafın ne olduğu, ne işe yaradığı, sınırları nelerdir. Çekenlerden çok çekmeyenler tarafında da bir telaşe konusu olmuştur. Bu işe çok kafa patlatılmış çok mürekkepler akıtılmıştır. Fotoğraf makinası ile insan arasındaki mücadeleye Vilém Flusser gibi felsefeyle yaklaşanlar olmuş, bizde Mehmet Bayhan, Nazif Topçuoğlu, Merih Akoğul, Gültekin Çizgen ve adları uzun bir liste oluşturacak diğerleri bu konuda kalem oynatmıştır. Konunun cazibesine kapılan ben de birkaç satır eklemeye karar verdim. Bir önceki yazımda iyi fotoğraf konusunda çiziktirmiştim. Bu yazı ise sınılara bakmak istiyorum. Fotoğrafın sınırları var mıdır varsa nerededir?

Son zamanlarda bir fotoğrafa bakıp, “Bu da fotoğraf mı? Böyle de fotoğraf olur mu?” diye şaşkınlığımızı gizleyemediğimiz oluyor. Bayhan fotoğrafın teknoloji olduğunu savunur. Fotoğraf teknolojisi dijital devrimle birlikte derin bir değişime uğramış ve sanatsal anlamda fotoğrafın rolü değişmiştir. Rolle birlikte sınırları da değişmiştir. Biraz başka şey olmaya başlamıştır, fotoğraf fotoğraflıktan çıkmaya başlamıştır. Aslında başlamış mıdır yoksa günümüzdeki fotoğrafa haksızlık mı edilmektedir. Yoksa fotoğraf yıllardır aramakta olduğu esas seviyeye mi yükselmiştir?

Gelin bu konuyu biraz deşelim. Fotoğraf nereye kadar gider, nerede durur. Durmalıdır?

Nerede durması gerektiğine genellikle sanat dünyasını şekillendiren dinamikler karar veriyor.

Yeni akımların ortaya çıkmasına neden olan, bundan mutlu olan ve nemalanan sanat piyasası fotoğrafı sürekli itelemekte, sınırlarını başka bir boyuta çekmeye zorlamaktadır.

Teknoloji de buna destek olmaktadır, Fotoğraf makinaları daha güçlü kuvvetli olmakta, pikseller, “iso”lar alıp başını gitmekte, aynasızlar, cebe sığan “full frame”ler, photosop, lightroom ve benzerleri ortalığı kasıp kavurmaktadır.

Geçmişin küçük sevimli mekanik fotoğraf makinaları artık çatı arasında veya ikinci el bir satan mağaza veya internette yıllarca kaderlerini ve kendilerine sahip çıkacak bir koleksiyoneri beklemektedirler. Hüzünlü ve nostaljik bir durum….

Oysa müzik dünyası eski 33‘lük vinyl plakları tekrar gündeme getirmeyi başardı. Bakalım acımasız teknolojik gelişim benzer bir yapılanmayı başarabilecek mi?

Bazı sanatçılar ölümüne sadakat gösterdikleri film kullanan makinalarına dört elle sarılmış ve barite baskılarını yapmaya devam ediyorlar. Ancak “Mohikan’ların sonuncusu” gibi acaba kaç kişi kaldılar?

Çoğunluk geçmişe sırtını döndü ve yeni ufuklara yol açıyor. Bugün düğmeye basan herkes fotoğraf çekiyor ama “Hakiki” fotoğrafçı yani “esas oğlan” kim bilen var mı bilemiyorum? Böyle birisi, böyle bir şey belki de yok. Belki de dijital fotoğrafla birlikte esas fotoğraf da fotoğrafçıda öldüler..

Bugün çekilen fotoğraf ve onları çekenler başka bir ırka aitler. Uzaydan geldiler!!

Soruyu şöyle yeniden soralım; bilgisayarı başında grafik yaratan bir sanatçı ile iPadini doğrultup fotoğrafını yaratan sanatçı arasında fark var mı? Biraz daha netleşelim; internetteki fotoğraf paylaşım sitelerinden fotoğraf indirip onları kesip budayıp alt,üst edip yapıştırdıktan sonra yeni bir fotoğraf olarak bize sunan kişiyi fotoğrafçı kategorisine koyacak mıyız?

Fotoğrafın oyun alanı başından beri tartışma konusuydu. Fotoğraf ilk başta başka hiçbir yöntemin beceremediği kadar doğru olarak doğayı bize sunarak ortaya çıktı ve önem kazandı. Bugün dijital fotoğraflar istendiği kadar değiştirilip gerçekten tamamen uzaklaştırılabiliyorlar. Böyle bir fotoğrafa nasıl inanabileceğiz?

Fotoğraf yıllar içinde hep resimle belge, kurgu ile gerçek arasında sıkışıp kalmıştı ama bugünkü kadar bir uçurum oluşmamıştı.

Yeni teknoloji ile kartlar yeniden karıldı ve dağıtıldı. Dağıldı da ne oldu. Benim gibi fotoğraf amatörlerinin de fotoğraf üzerine düşünmemize, fotoğrafın etkilerinin değişmesine, belki de fotoğrafın doğasının bile değişmesine neden oldu.

Artık Roland Barthes, Susan Sontag gibi fotoğraf kavramcı ve filozofları yerlerini yenilerine mi bıraktılar?

Profesyonel fotoğrafçılar artık gerek profesyonel fotoğraf makinalarını gerekse fotoğraf jargonlarını milyonlarca insanla paylaşıyorlar. Karanlık odanın bilgi ve deneyim isteyen gizemli ve zor şartları kolaylaştırılmış Photoshop veya Picassa gibi bilgisayar programlarıyla birkaç tıkla herkesin erişebileceği hale geldi. Yeter ki elimiz “fare”yi tutabilsin. Artık herşey bilgisayar denilen mikserden geçiyor; ses, metin, grafik, hareketli ve hareketsiz görüntüler birbirleriyle karışıp bir eser haline gelebiliyorlar.

Fotoğrafın sınırlarını çizmeye çalışmak, düşünce sınırlarımızı da zorlayan bir çaba belki de sonuça ulaşmanın olanaksız olduğu ama üzerinde düşünmek heyecan verici…

Günümüzde telefonlar zaman zaman Magnum fotoğrafçılarının bile yeğlediği fotoğraf makinalarına dönüştü, fotoğraf makineleri ise ciddi filmler çekilebilen video kayıt cihazlarına dönüştü. Bunlar artık Oscar’a aday filmler çekiyorlar. Kavramlar birbirlerinin içine geçiyorlar. Artık eskisi gibi görüntü üreten bir fotoğrafçı prototipi yok. Reklam fotoğrafçısı, fotoğraf sanatçısı, portre fotoğrafçısı, fotomuhabir, amatör veya profesyonel fotoğrafçı kavramları muallak bir vaziyette kaldılar.

Artık kişiye göre fotoğrafın, fotoğrafçının, fotoğraf sanatının sınırı değişiyor. Herkes fotoğraf konusunda kendi sınırını ve fotoğrafın sınırını çizmeye çalışıyor. İşler çok karıştı..

Eskiden en önemli fotoğrafçı bizde Ara Güler’in “fotomuhabir” dediği fotoğrafçıydı. Ünlü fotoğrafçı Christian Boltanski “fotoğraf fotoröportajdır, gerisi resimdir” der, yani ona göre haber fotoğrafınından gerisi teferruattır. Yine Ara Güler’e göre fotoğraf sanatı diye bir şey yoktur. Belki şimdilerde görüşü değişmiştir, bilmiyorum. ama bugün artık fotomuhabirlik bitti , bunu biliyorum. Arap baharının görüntülerini halktan gelen cep fotoğraflarından takip ettik. Viyetnam savaşı yıllarında, 70 yıllarda savaş fotoğrafçıları en önemli fotoğrafçılardı. Bugün artık savaş fotoğrafçısı yetişmiyor. Çoşkun Aral artık cepheye gitmiyor. James Natchwey’in en son savaş fotoğrafları 2000 yılında Bosna ve Kosova’dan. Daha sonraları bilnmeyen yerleri ve sefaletleri fotoğraflamak moda oldu. Ama bugün TV, video ve internet çok daha güzel gösteriyor. Neredeyse sabit görüntünün gücü yok oldu. Hergün çekilen ve dağıtılan, paylaşılan milyarlarca fotoğraf, fotoğraf ihtiyacını öldürdü. Belki bu nedenle birçok ünlü fotoğrafçı artık eline fotoğraf makinasını almak istemiyor. Belki de bu yüzden fotoğrafçıya tek oyun alanı “fotoğraf sanatçılığı” kaldı. Fotoğraf sanatçısı olmak için de her yol mübah.. Artık elinize fotoğraf makinanızı veya cep telefonunuzu alabilirsiniz, isterseniz kahve cezvesine veya ayakkabı kutusuna bir iğne deliği açarak fotoğraf sanatçısı olabilirsiniz, biraz da Photoshop desteği alırsanız artık yeni fotoğraf sanatçısını kimse tutamaz.

Mehmet Bayhan’ın fotoğraf teknolojidir sözünden yola çıkarak fotoğrafın sınırlarını fotoğraf makinamızın sınırları çizer desek de sorun çözülmüyor. Geçmişte saniyede 3-5 kare fotoğraf çeken makinalar “decisive moment” veya “instant decisif” denilen “anı yakalayan fotoğraflar çekerlerdi” ve bunu beceren fotğrafçıların yüzü gülerdi. Bugün hareketli görüntülerin iki misli yani saniyede 50 kare görüntü alan makinalar var. Mitralyöz gibi an filan tanımıyorlar. Hiçbir an gözlerinden kaçmıyor yeterki parmağınız deklanşörün üzerinde dursun. 128 GB hafıza kartları da çıktı artık. Basın düğmeye ne instant decisif kalır ne birşey. Henri Cartier Bresson olur çıkarsınız.

Artık sanat fotoğrafçılığına giden yolun deklanşörden de geçmediği oluyor. Güvenlik kameralarından seçtiğiniz bir kareden sanat fotoğrafı çıkarabiliyorsunuz. Yeter ki yolunuz sanat olsun. İşte bu noktada fotoğraf makinamızı omzumuzdan indiriyor ve daha felsefi bir yola başvuruyoruz. Kalemi kağıdı elimize alıyoruz.

Fotoğraf sübjektif midir? objektif midir?

Burada da görüşler ayrılıyor her argümanın karşısına bir kontr tez çıkıyor. Düşünceler uçuşmaya başlıyor. Kadrajı biz yaptığımıza göre sübjektif düşüncesinin karşısına fotoğrafın doğasındaki gerçek olma özelliği “görüneni” gösterme özelliği çıkıyor. Aslında bildiğimiz gibi bu taa fotoğrafın icadından beri yapılagelen bir tartışma..Ancak bu tartışma günümüzde başka bir boyut kazanıyor. Gerçek ve gerçekçilik kavramları bugün artık yeniden tartışmaya açılmıştır. Yıllardır süren saf halleri artık makyajlanmaya başlamıştır. işimize geldiği zaman “sanata sınır çizilmez” diyoruz, işimize gelmediğinde ise “fotoğraf şöyledir, böyledir” diyoruz.

Fotoğrafa sınır çizmek ne kadar zorsa, fotoğrafçının kimliğini tanımlamak da o derecede zordur. Photoshop da birkaç fotoğrafı katmanlayıp yeni bir görsel yaratan kişiye ne demeli? Fotoğrafçı? Fotoğraf sanatçısı? yoksa sadece sanatçı?

Ses sanatçısı sesi kullanır, tahta veya kağıt kullanan sanatçılar vardır. Bazıları da günümüzde moda kavramsal sanat yaparlar. Şimdi internetten fotoğrafları indirip, onları alt-üst, yan-düz yapıştırıp bunu önümüze fotoğraf diye koyan kişi kimdir? Kokteyl hazırlamış bir fotoğraf barmeni midir? Belli ki sanatçıdır ama belki de fotoğrafçı değildir. Fotoğrafı kullanan bir sanatçı veya “showman”dir. Oysa fotoğrafçı fotoğrafı çeker, onu basar ona fiziki olarak emek veren bir emekçidir.

Fotoğrafın icadedildiğinden beri süregelen bu tartışma hala sürüyor. Daha o günlerde bile fotoğrafçı fotoğraf çekerken Man Ray fotoğraf makinası kullanmadan rayogram dediği fotoğraf makinesi kullanmadan çektiği fotoğraf baskılarıyla sanat yapıyordu.

Ben özetle sanatçıyı özgür bırakalım ama fotoğrafçıyı da tanıyıp ona saygı duyalım derim.