A Travers

Elin değse elime

Kor iner yüreğime

Söylemek ne kelime

Söner gider bu acım… Muharrem Gerçeker

Beş kiloluk organımızı yere sersek iki metre kare yer kaplıyor. Seccade boyutu. Üzerinde iki rekat namaz kılınır, ama Zorlu Center’da metre karesi 10.000 dolardan satılan apartmanlarla karşılaştırıp satmaya kalkışsak kimse 10.000 kuruş vermez. Timsah derisi bile metre karesi 2.000 dolardan aşağı zor bulunur. Ama trafik kazasında sizi öldürürlerse metre karenize Zorlu Center’daki fiyattan hesap keserler. Onun için ölmemeye gayret gösterip en derin organınızın tadını çıkarın.

Dünya’ya açılan pencerelerimiz her ne kadar göz, kulak olsa da en kıymetli yerimiz derimizdir. Çünkü birincil derecede işi vardır. Gözümüz ve kulağımız olmasa bile gelişimizi tam olarak yapabiliriz, oysa derimiz işlevini yapmaz ise doğru dürüst gelişemeyiz. Hilkat garibesi olarak kalırız. Ağlayan çocuğun kucağa alınıınca susması dokunmanın önemini göstermeye yeter. Yetimhanelerde dokunulmadan büyüyen çocuklarsa ilerde mutlaka sorunlu çocuklar olmaktadırlar.

Bu muhteşem organımızın fizyolojisi, sağlığı ile ilgili yazmayı düşünmüyorum. Beni daha az ilgilendiriyor. Beni derinin omurgalıların dış tehlikelerden korunmak açısından birinci cephe olması da ilgilendirmiyor. Gelişme ile dokunma arasındaki ilişkiyi ayarlayan genimizin olması umurumda bile değil. Bir tuval gibi üzerine resimler, dövmeler yapılması, piercing denilen değişik metallerin takılması ise hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Kişilerin özgürlük alanlarına karışmam.

Ben aklımı derinin derinliğine taktım. Deri neden en derin organımız?

Derinize incecik bir iğne ile girip size sigara bıraktırıp, zayıflatan akupunktur ustalarını hepimiz biliyoruz. Ama esas mesele derinin içine girmeden dışından dokunulduğunda neler oluyor… Ten teması dedikleri şey… Dokunarak içimizden görüyoruz. Bize dokunuyor yani…

Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun

Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez

Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor? C.S.

‘Dokunarak içimizden görüyoruz’ dedik, içimizden görme en yüksek bilinç durumudur. Dokunmak yaşamaktır. Öyleyse dokunmaya, deriye, tene biraz dokunalım.. Ten teması nedir, ne kadar önemlidir. Bizi nerelere götürür, biraz bunlara bakalım dedim…

Birbirlerine dokunmaktan çekinenlerin memleketinde yaşıyoruz. Tene dokunmaktan çok cana dokunmaya hatta cana okumaya bayılanların ülkesinde soluk alıyoruz. Oysa dokunmak bağ kurmaktır. Konuşmadan, bakışmadan temas etmektir. Ele ele tutuşmak, dudak dudağa öpüşmek duyguların sessizce aktarımıdır. Parmak uçlarımız söylemek istediklerimizi ona haykırır da o duymaz belki de. Belki de “almaz” dadır o anda. Yani kapatmıştır şalteri. Ama biraz daha dokunursanız bir de bakarsınız şalter aşağı inmiş algılama kanallarının en genişi devreye girmiş, otoyolda son sürat yolculuk başlamıştır. İşte böyledir dokunmak..

Dokunmak mucizedir. Doktor dokunarak teşhis koyar. Hatta “Touch terapi” bile yapabilir. Aromaterapi, stone terapi ve masajların iyileştirici etkileri artık yadsınmıyor.

“Anlat Bana” da Tomris Uyar; “Bütün nesneleri, varlıkları ancak dokunarak tanıyabiliyorum. Bir kadının saçının parlaklığını, bir erkeğin omuzlarını ancak değince anlıyorum” der.

2002 Almodovar filmi “Konuş onunla” da, Benigno komada bir bale öğrencisi olan Alicia’ya sadece konuşmamakta, ona çeşitli şekillerde dokunmaktadır. Bu dokunuşların mutlu bir sona ulaştığını seyredenler hatırlayacaklarıdır.

dokun! dokun! dokun etime,

dudakların dudaklarımı hacize gelsin K.İ.

Veya

Dostluğun bana yetmiyo

Konuşurken düşlüyorum ellerini

Özlüyorum dokun dokun bana

Dinlemek beni kesmiyor

Hasreti hafifletmiyor

Dokun bana gizli olsun

Dokun ne olursun dokun L. T.

Dokunmanın aşkla sevgiyle ilişkisini işleyen şarkı ve şiirlerin haddi hesabı yoktur. Bu hesap zaten benden sorulmamaktadır.

Oysa dokunma dini açıdan da çok hassas bir konudur. Maliki göre; dokunma ister tırnağa, isterse de saça olsun, ister elbise gibi bir doku üstünden olsun ve bu engel, ister dokunanın dokunduğu bedenin tazeliğini hissedebileceği kadar ince olsun abdest bozulur.

Dokunmatik cihazlara gelince, onlara istediğiniz kadar dokunabilirsiniz, sadece aleti bozma veya kırma tehlikesi dışında hiç bir dert yoktur. ‘Radyoma dokunma, internetime dokunma, pornoma dokunma, özgürlüğüme dokunma’ gibi sloganlar ise son yıllarda giderek artan direniş sözleridir.

Dokun-ma bazen yanlış anlaşmalara neden olur, elini sürme gibi ters anlama da gelir.

Benim en sevdiğim “Derinin derini” şarkılardan birisi de “I’v got you under my skin”dir. Frank Sinatra’dan başka Ella Fiztgerald, Dinah Washington ve Diane Krall gibi daha birçok ünlünün de söylediği Cole Porter bestesi…

Tutkuya dönüşmüş aşkların şarkısıdır. Yasak bir ilişkide, tutku nesnesi haline gelmiş kişinin artık sökülüp atılamayan bir deri parçasına dönüşmüş olmasını anlayan aşığın delirmemek ve durumu kabullenmek için kendi kendine söylediği sözlerden oluşan bu parça her dinlediğimde içime değer. Veya dokunur da diyebilirim.

Deri ve dokunmaya dair söyleyeceklerim bugünlük bu kadar…